Haziranın son haftasına girilmiş, kavurucu sıcaklar yerini hafif
bir esintiye bırakmıştı. Kimsecikler işine gitmek istemiyor, ev işleri ise ağır
bir yük gibi geliyordu. Okulları artık tatil olan çocuklar ise anneanneleri ve
dedelerinin sıcacık yuvasında her gün bayram ediyordu.
En sevdikleri yemekler her akşam sofrada yerini alıyor, bahçede dedeleriyle top oynuyorlar, sıkılınca da sakince oturup kitap okuyorlardı. Bazen de hiç şüphesiz anneannelerinin en sitem ettiği şekilde evin altını üstüne getiriyorlardı. Sonuçta torundu, baldan tatlı gelirdi değil mi? Amaaa bu kadar yeğenin yaz dönemi bu kadar fazla gelmesinden, evin hengamesinden sitem etmeye başlayan biri vardı; Emre. O son süreçte bambaşka bir dünyada yaşıyor gibiydi. Yeğen aşkıyla yanıp tutuşan Emre, artık çocuklara nasılsınız diye bile sormamaya başlamıştı. Her gün farklı bir macera ile gündeme geliyor, sürekli birileri arkasını toplamak durumunda kalıyordu. Aile fertleri bu değişime inanamıyordu.
Evde herkesin iletişim kurmakta artık zorlandığı, yeğenlerin
dayılarını hiçbir şekilde anlayamadığı bir sürece giren Emre.
Emre bir şirkette yöneticiydi. Her fırsatta bu etiketini dile
getiriyor ve bu her defasında karşı taraf için daha irrite edici bir hal
alıyordu. Bir gün evde misafirler vardı, akşam son model arabası ile evin
bahçesine giriş yaptı, aracı kıpkırmızı ve göz alıyordu. Arabasına binen, parfüm
kokusundan nefes alamazdı. Geldiği daha öteden belli olurdu. Sürekli biraz daha
fazla fark edilme çabasıyla insanları yormaya başlamıştı.
Emre yıllarca aynı şirkette mücadele vermiş başarılı bir çalışandı,
fakat yönetici olmasıyla birlikte olay bambaşka bir yere vardı. Kendi çalıştığı
süreçte yöneticisi ona elinden geldiğince destek olmuşken kendisi aynı konumda
sürekli birilerini azarlamaya başlamıştı. Her seferinde bakın ben kimim, benim kim olduğumu sakın unutmayın vurgusu ile
farklı bir insana dönüşmüştü. Her gün bir adım daha değişkenlik gösteriyordu. Eskiden
şirkete girdiğinde yüzünde güller açan, günaydın demediği kalmayan Emre, artık asık
bir yüzle içeri giriyor; kapalı alanda bile neredeyse güneş gözlüğü ile geziyor
ve dik yürüyüşü, sert duruşu ile herkesin kendisinden korktuğuna inanıyordu. Bir
ay geçtikten sonra bir sürü kişiyi işten çıkarmaya karar verdi. Birçoğu evli ve
çocuklu olan çalışanlar, neye uğradığını şaşırmıştı.
Evde ailesi bu değişime şaşkın, iş yerinde iş arkadaşları yorum yapamaz haldeydi. Dostları ile artık daha az görüşüyor, görüştüğünde de sürekli gücünü vurguluyor; en güzel fikirlerin kendinde olduğunu iddia ediyor, kimseyi konuşturmuyordu. Dostları da her seferine daha çok kaygılanıyor ve kendisiyle görüşmeyi gitgide azaltıyordu.
- Peki insan böyle nasıl 360 derece değişebiliyordu?
- İnsan imkanları çoğalınca niçin şımarmaya bu denli meyilliydi?
- İnsanın davranışları neden bu kadar sert geçişlerden ibaretti?
- Kimlik değişince niçin kibre girebiliyordu bu insan?
- Hikmeti nasıl bu kadar kendinden bilebiliyordu?
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; Var olmaya çalışan yok olur.
Mesele ne arabaydı, ne iş yerinde verilen o büyük oda, ne de deri
koltuk. Mesele ne güçtü, ne de verilen o yetki. Mesele sadece bulunduğun yer ne
ise oranın hakkını vermekti, nereden geldiğini unutmamak, karşıdakini düşünmek,
düşünerek konuşabilmek ve eylemlerini buna göre dizayn edebilmekti. Mesele o
annenin babanın gönlünü hoş tutabilmek, o çocuğun başını sıvazlayabilmek, o iş yerine tebessümle girip çıkabilmek, mesele baskı anında tepkilerini kontrol
edebilmek…
Mesele siz benim kim olduğumu biliyor musunuz vurgusunu yinelemek
değil, her şeyin gelip geçici olduğu farkındalığı ile bulunduğun yolu ve etrafı
çiçeklendirebilmek.
Yani bütün mesele insan olabilmek…
İnsanın zaaflarından biri👉 var olmaya çalışmak. Halbuki ne kadar da yorucu her daim orada durmak 😥
YanıtlaSil"Var olmaya çalışan yok olur." Ne kadar da gerçek bir cümle.
YanıtlaSilİnsanın sahip olmak istedikleri mi gerçekten şifası onu daha da iyi anlıyoruz.
Teşekkürler, kaleminize sağlık ✏️
İnsanların gerçeğini görmek de baskı ile anlaşılır. Bazıları kıtlıkta bazıları bollukta gösterir kendini...
YanıtlaSilBu güzel yazı için teşekkürler :)
İnsan var olayım derken yok oluyor farkında değil...
YanıtlaSilEmeğinize sağlık..
Somutluk arttıkça soyutluk azalıyor. İmkana sahip oldukça aslında soyuttaki marifetlerinide kaybediyor insan..
YanıtlaSilAhh insanoğlu... Ne kadar da kendini umursuyor, ne kadar da var olduğunu sanıyor...
YanıtlaSilEmeğinize sağlık, sonrası Emre’nin böyle yapmasının sebeplerini anlatan bir yazı da güzel olur. Sevgiler 🌿
YanıtlaSilÇözüm hep zıddında gizliydi oysa...
YanıtlaSilNereden geldiğini, geldiği yere getireni unutmaktan RAB bimiz bizi esirgesin...
Elinize sağlık 🤍
Sahip olduğu güç insanı zalimleştiriyor. İmkanlar bir süre sonra insanın şımartıyor ve bu imkanlar ile insan hikmeti kendisinden biliyor. Bunlara ben sahip oldum Benim zekam ile kazandım. Emre beyi, böyle devam ederse maalesef mutsuz gergin günler bekliyor...
YanıtlaSilEmre beyi deneyimsel tasarım öğretisi seminerlerine davet ediyoruz. Belki anlar ve toparlanır.
YanıtlaSilNe kıymetli insanın kendi bilmesi.. Kendini bilip RABbini bulması…
YanıtlaSilNeden kendimizi bu kadar büyük görürüz ki? Neden böbürleniriz? Hem de bu kusurlu halimiz ile…
YanıtlaSilBütün mesele iyi insan olabilmek :)
YanıtlaSilKeşke asıl meselenin ne olduğunu kaybedişlerimiz olmadan anlayabilseydik...Kaleminize sağlık
YanıtlaSilÇok güzel nir yazı olmuş günümüzün hastalığı ben senden üstünüm . ALLAH ne diyor üstünlük sağdece takvadadır
YanıtlaSil