15 Temmuz 2025 Salı

SINAV


Beyza bir akşam üstü sahilde güneşin batışını izlerken geçmişini düşündü. Yıllar ne de çabuk geçmişti. Çok şükür içinden bir oh çekti. Doğup büyüdüğü yıllarca hasretini çektiği memleketine artık dönmüştü. Çocukluğunun geçtiği sahil, yaz akşamlarında çekirdek çitleyip dondurma yedikleri ay ışığı çay bahçesinin dili olsa da anlatsaydı. Ne hayalleri vardı, okuyacaktı meslek sahibi olacaktı, kimseye muhtaç olmayacaktı. Yıllar gözünün önünden film şeridi gibi geçti. Şimdi çoktan kırklı yaşları geçmişti.

 Güneşin batışı ile birlikte birçok duygu geçti aklından, birçok anı... Çoğu insan güneşin doğuşunu izlemeyi severken, Beyza güneşin batışını izlemeyi çok severdi. Hem biraz geçmiş, hem biraz gelecek gibi, hem hüzün, hem mutluluk gibi değişik duygular yaşardı o anda... Her başlangıcın bir sonu var der gibi. Nasıl ki doğum varsa ölüm de var.

Yine ömründen bir gün daha geçmiş gitmişti, yılların geçtiği gibi. Çocukluğunda zaman hiç geçmezdi sanki... Liseden sonra hayat su gibi akıp geçmişti! Nasıl geçti bu koskoca yıllar diye düşündü yüzüne vuran hafif ılık rüzgarla birlikte...

Beyza yaz aylarını çok severdi. Her şeyi kıpır kıpır, cap canlı olurdu. Zaman su gibi akıp geçerdi. Yaz aylarını neden  çok sevdiğini düşündü! Okul zamanlarında ailesinden uzak kalıyordu. Yıl boyunca kısıtlı zamanlarda onları görüyor yazın birkaç ay olsa onların yanında kalıyordu. Yaz gelse okul bitse de ailemin yanına gitsem diye dört gözle beklerdi.

Geçmişi düşündü ilkokuldan sonra başlayan koşturmalı zamanları okul hayatındaki sınavları, sonra liseye geçiş sınavı, üniversite sınavı, memurluk sınavı derken yıllar ne çabuk geçmişti...

Sınav neydi?

Verilen sürede, sorulan sorulara doğru cevap vermen  senden istenirdi. Doğruların yanlıştan çoksa başarılı sayılırdın. Yanlışların doğrulardan çoksa başarısız sayılırdın.

Okul hayatındaki sınavlar bitti. Şimdi evlilik, iş hayatı, çocuk derken hayat sınavının hiç bitmeyeceğinin, her yeni başlangıçta hayatında yeni sınavlar olacağının farkına varmıştı. Ne de dert ederdi okul sınavlarını yüksek not alayım diye gece gündüz çalışırdı. Üniversite sınavını korku kaygı ya başarılı olamazsam ailemin emekleri boşa giderse... Şimdi hayat sınavına göre ne kadar basitti neden bu kadar takmışım ki o zamanlar dedi Beyza..

Memurluk sınavında yeterli not alamayınca ne kadar çok üzülmüştü. Dünyası başına yıkılmıştı. "Hayat sınavı için bu kadar kaygılı mıyım?" diye düşündü.  Evlilik ayrı bir sınav, çocuk yetiştirmek ayrı bir sınav, iş ayrı bir sınav hayatın kendisi bir sınavdı aslında... Süren belli değil ama sonu var. 

Bana verilen süreyi en güzel şekilde nasıl değerlendirmeliyim? 

Her sabah güneş doğuyor ve batıyor bana verilen bir gün nasıl değerlendiriyorum? 

Bana verilen bir ayı nasıl değerlendiriyorum? 

Bir mevsimi , bir yılı nasıl değerlendiriyorum? 

İnsan dışındaki tüm canlılar görevini tam olarak yerine getiriyor. Meyve ağaçları vakti geldiğinde bu meyve veriyor. Hayvanlar insanlara hizmet ediyor, çiçekler mis gibi kokuyor hem doğayı güzelleştiriyor hem de insanı mutlu ediyor. Her yaratılan amacına uygun hareket ediyor.

Beyza benden istenilen ne diye düşünmeye başladı. 

Benim hedefim ne olmalı? 

Ben nasıl insanları mutlu edebilirim? 

Nasıl kendimi daha iyi bir Beyza’ya dönüştürebilirim?  

Aileme çevremdeki insanlara nasıl faydalı olabilirim? 

Nasıl ki güneş gibi bıkmadan usanmadan her gün doğup canlılara hayat verip akşam dinlenmeye çekiliyor. Bana sunulan sınav sahasını en güzel şekilde nasıl değerlendirebilirim? Düşündükçe mutlu oldu, içinde hedefleri yeniden şekillendi..

Faydalı olmak, veren olmak, ihtiyaç gidermek, düşünen üreten olmak...

***

Hayat sınavımızı kazanmak dileğiyle..

 


Okumaya Devam Et

12 Temmuz 2025 Cumartesi

KIZIMA MEKTUP-1

Güzel kızım...Her fani insan gibi hepimiz bir gün bu dünyadan göçüp gideceğiz. Kimin önce gideceği bilinmez tabi… Ben hayatta iken sana birkaç tavsiye bırakıp öyle gitmek isterim. Bu mektuplarımın ilki ancak sonuncusu olmaz belki de…

Canım evladım ben seni çok severek büyüttüm ve kendimce deneyimlerimi sana aktarmayı ve bu hayatı huzurlu, mutlu ve başarılı yaşamanı istiyorum. Sana ilk ve en önemli tavsiyem, sana gelen sınavları, zorlukları, problemleri şikayet ederek karşılama. Bilmelisin ki o şikayet ettiğin her ne ise mutlaka seni geliştirecek. Mutlaka seni daha iyiye taşıyacak ama tek bir şartla! Sen şikayet etmezsen, nasıl çözerim ben bu problemi diye bakarsan…

Okula gitmek gibi düşünebilirsin bu süreci… Yazı yazmakta çok zorlanmıştın ama yazı yazmayı öğrendikten sonra en sevdiğin şey bir mektup, bir şiir yazmak oldu. Eğer o zorluğu yaşamasaydın o güzel yazıları, şiirleri yazamazdın. 

Ya da ilk bisiklet sürdüğün zamanları düşün. Düştün, kalktın, yaralandın ama hep çabalamaya devam ettin. Sonrasında bisiklet sürmek, arkadaşlarınla beraber bisikletle dolaşmak çok keyifliydi. Aynı bunun gibi hayatta da seni zorlayacak problemler olacak. Bazen kalbini kıran kişiler en yakınların olacak. Bazen gecelerce uykusuz kalmak zorunda kalacaksın. Ama işin sonunda eğer şikayet etmeden, nasıl daha iyiye dönüşebilirim diyerek çözüm ararsan göreceksin ki hepsi senin iyiliğin için gelen sınavlarmış. Gelmişler ve seni bir üst sınıfa taşımışlar. O zaman problemlerini de seveceksin. Zor zamanlarını da seveceksin. Zor zamanını sevmeyi başaran zaten sonrasındaki güzel günleri daha da çok sever ve şükürle karşılar… 




Şimdilik bu kadar… Bu benim sana en önemli tavsiyelerimden biridir. 

Hayatın hep seni daha iyiye taşımasını dilerim güzel yavrum.  

Seni çok seven ve cennette buluşmayı dileyen annen… 

 

 


Okumaya Devam Et

10 Temmuz 2025 Perşembe

İMKAN NEDİR?


Herkes elinde olmayandan bahseder olmuş, hep bir halinden memnun olmama, şikayet, şu da şöyle olsa, bu da böyle olsa daha güzel olurdu cümleleri... 

Hep bir dış dünyayı suçlama ya da sanki kişi kendisi hiç iyi bir şey yapmamış gibi kendini gereksiz yermesi..

Karşıdan çok çirkin görünen bir manzara..

Hepimizin zaman zaman yaptığı ve farkında bile olmadığımız bir durum. O kadar alışmışız ki şikayet etmeye.. O kadar normalleşmiş ki.. 

Peki olmayana değil de olana odaklansak hayat nasıl olurdu diye sorsak kendimize?

Ben kendime sorunca manzara bir anda bambaşka bir hal aldı. Ne de çok şeyim varmış diyor insan.

Elimdeki kaslar düzgün çalıştığı için şuan yazabiliyorum, 

Zihnim düşünceler üretebildiği, irdeleyebildiği için cümleler kurabiliyorum, 

Gördüğüm için şu an bu yazıyı okuyabiliyorum, 

Etrafımda birileri seslendiğinde kulağım olduğu için duyabiliyorum. 

Nefes aldığımın farkında bile değilim. Ya her nefesimin farkında olsaydım?

Burnumdaki koku alma özelliğimden dolayı güzel kokuları algılayabiliyor, kötü kokudan kendimi sakındırabiliyorum. 

Yanık kokusunu ya da gaz kokusunu fark edip bir an önce tedbir alabiliyorum. 

Tat alma reseptörlerim sayesinde yediklerimden keyif alıyorum, yemeğin bozulduğunu anlayıp onun bana zararını engelleyebiliyorum..

Bunların hiçbiri bende olmayabilirdi. Nasıl elde ettim ki ben bunları?

Kim verdi?

Ben nerden satın aldım?

Kaç para verdim?

Bedeli neydi bende olanların?

Veren niye vermişti?

Nasıl bir akitleşme yaptık bu alışverişte?

İmkan; insana verilen her şeydir.. Somut ya da soyut. Her imkanın ise bir avantaj ve dezavantajı vardır. Sonuçta insanın seçme hakkı vardı ve seçmek demek sonuçlarını da kabul ediyorum demekti.

İmkanlarımızın bize ne gibi sorumluluklar getirdiğinin farkında olsak, acaba isteklerimiz değişir miydi?  

 




Okumaya Devam Et

8 Temmuz 2025 Salı

HER SAHNENİN HAKKI

DENEYİMSEL TASARIM ÖĞRETİSİ

Reşad, artık yer değiştirmekten yorulmuştu. Ailesi ile birlikte kaçıncı çadırlarını kurdular, kaç km yol yürüdüler hatırlamıyordu. En son çadırlarını kurup bir kaç parça eşyayı da  yerleştirdiler.

Reşad, hemen çadırın etrafına elinde getirdiği tohumları ekmek için toprağı çapaladı. Yanından hiç ayırmadığı tohumları özenle toprağa dikti, bereketlensin inşallah diye dua etti.

Bundan üç yıl öncesine gitti, çok büyük coşkuyla sınava hazırlandığı günleri hatırladı. Ne kadar çok çalışmıştı, Gazze’nin en iyi üniversitesine yerleşmiş bütün aile çok mutlu olmuştu.  Aynı zamanda sporlarda ilgileniyordu Reşad, okulun basket takımındaydı, ekip arkadaşları ile büyük başarılara imza atmıştı.

Gazze’nin  üç yıl önceki halini düşündü caddeleri, sahili herkes burada mutlu ve gayretliydi. Babasının unlu mamulleri satan bir  işletmesi vardı, fırsat buldukça oraya gider, poğaça, simit ve pasta yapımı için mutfakta ki aşçılara yardım ederdi.

Nerden bilebilirdi savaş öncesinde yaptıklarının onu daha güçlü bir yere hazırladığını?

Altı yüz otuz gündür bir mücadelenin içinde olmak hiçte kolay değildi. Güçlü olmalıydı, ailesi ile birlikte çadır kurup kilometrelerce yürümek gerekebiliyordu. Çok az bir yiyecek ile saatlerce yürüyor yürüyor yürüyorlardı... Bu yorucu tempoda öncü olmak Reşad’ a düşmüştü.

Etrafında bombalar patlarken yanı başında baban şehit olmuş ve hızlıca oradan da uzaklaşman gerekebiliyordu. Ailene yiyecek bulup onları da doyurmak ta gerekiyordu. Bütün imkanların elinden alınmıştı. Ev, araba, babasının işletmesi, babası, kardeşi... Reşat bir de baktı ki elinde sadece marifetleri var. Sınava hazırlanırken oluşturduğu sorumluluk duygusu,  sporla birlikte oluşan  fiziksel gücü, babasının işletmesinde oluşturduğu pasta börek yapımı...

Şimdi bunlar o kadar çok işe yarıyordu ki!

Sorumluluk sahibi olmak onu lider yapmıştı. Bir çuval un ile etrafında ki çadırda bulunan bütün çocuklara küçük kekler yapıp dağıtıyor, onlarla maç organize ediyor onları eğlendiriyordu. Hayat devam ediyordu, gülmeye de ihtiyaç vardı.

Ardından  ailesini savunması gerektiğinde en öndeydi, daha güvenli bölgeyi hızlıca bulup onları oraya ulaştırıyordu. Etrafında annesi babası ölmüş, yetim ve öksüz kalmış çocuklar, bir uzvunu kaybetmiş çocuklar, yetişkinler... Onlarla da ilgileniyordu Reşad... Hem ilgileniyor hem kendi kendine konuşuyordu;



"Müslümanın her sahnede yapabileceği bir şeyler olmalı. Üç yıl önce başka bir sahne ve orada yapılacak iyi işler. Bu günde farklı bir sahne ve yapılacak çok güzel işler var. Ömrümde hiç kendini bu kadar işe yarar hissetmedim kendimi. Ve Rabbime bu kadar yakın olmamıştım. Rabbimizin bizi sarıp sarmaladığını bu kadar yakınında hissetmemiştim. O kadar imkânsızlığın içerisinde her birimizde ayrı bir huzur var. Çok küçük şeylerden mutlu olmayı öğrenir olduk. Her gün musluktan akan suyun kıymetini şimdi çok iyi biliyoruz. Birkaç bidon su bulduğumuzda sevinçten havalara uçuyoruz. Bizi mutlu eden her şey değişti hayatımızda... Çadırımızın etrafında tohumlar bütün olumsuzluklara rağmen büyümeye başladığında sevinçten ağlıyoruz... Mutlu olmak için çokta büyük işler yapmaya gerek yokmuş aslında... Mutluluk imkanla da olmuyormuş, biz bütün imkansızlıklara rağmen mutluyuz ve Rabbimizden ümidimizi hiç kesmedik... Onun bizi çok yakından takip ettiğini artık hissediyoruz. Her sahnede yapılacak iyi işler var..."

 


 

 

Okumaya Devam Et

5 Temmuz 2025 Cumartesi

BİR ÇOCUĞUN BAKIŞI

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Bir fotoğraf gördüm geçenlerde. Savaşın ortasında, yıkılmış bir binanın önünde duran bir çocuk. Yaşı en fazla sekiz. Ne ağlıyordu ne gülüyordu. Sadece bakıyordu. Öyle bir bakış ki… 

Ne umut kalmış içinde ne de korku. Sanki her şeyi yaşamış da geriye sadece sessizlik kalmış gibi. O bakış içime işledi. Günlerdir unutamıyorum. Dedim ki kendi kendime, bir çocuk böyle bakmamalı. O gözlerde nefretten çok yorgunluk vardı. Ne yaşamış olabilirdi ki sekiz yaşında bir çocuk bu kadar susmayı öğrenmiş?

O zaman anladım… Biz sadece izliyoruz. Belki paylaşıyoruz, belki üzülüyoruz ama ya gerçekten hissediyor muyuz? 

Yoksa bir ekranın arkasından, bir tuşla "çok üzgünüm" deyip geçiyor muyuz? 

O çocuk sadece kendi acısını değil, dünyanın sessizliğini de taşıyordu o bakışında. Bize düşen pay belki de o gözlerde gizliydi. Belki bir adım, bir dua, bir söz, bir bilinç uyandırma… Küçük gibi görünen ama o çocuk için büyük olan bir şey…

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Hayat bir sınavsa eğer, sorular çoktan geldi. Belki yanımızda bomba patlamadı, belki evimiz yıkılmadı ama biz de tanığı olduk bu zulmün. Şahitlik de bir sorumluluk. Çünkü her tanık ya bir suskunlukla zalimin tarafında yer alır ya da bir sözle mazlumun yanında.

O çocuk gibi bakmamak için değil, o çocuğun bakışını değiştirebilmek için adım atmalı bu hayatta...





 

 

 

 

Okumaya Devam Et

3 Temmuz 2025 Perşembe

HANGİ SINAV?

Hangi Sınav?

"Yaaaani boşandıktan sonra ilk defa bir kız arkadaş yaptım, tam pazar günü buluşacaktık, ona da yengemin annesinin öleceği tuttu! Okul bahçelerinde bakıcılık yapıyoruz. Hayır, sınavın stresi de bana kaldı. Cenazeye de laf edilmez ki… Şu güneşli günde boğazda kızla el ele yürüyor olabilirdim yaaaa…’’  

Homurdanmaların arasında etrafına baktı, daha da gerildi Emre. Okulun bahçesinde anne babalar hatta anneanneler babaanneler nefeslerini tutmuş bekleyiştelerdi. Kimi stresten tırnaklarını yiyor, kimi sanki kendisini zor durduruyormuşta, fırlayıp içeri girecek bir okmuş gibi geriliyordu. Bazıları banklara oturmuş sınıf camlarına gözlerini dikmişti... Sonunda onlar için beklenen an geldi; zil çaldı, kapılar açıldı. İçerden gergin, rahatlamış, üzgün, mutlu her duygu halinde olan çocuk yığını çıktı. Bu duygu seli anne babalarla karşılaştığında bir az olsun kendilerine gelip yerini sarılmalara konuşmalara bıraktı. "Boşun var mı, kaydırmadın demi, ben sana demiştim hiç bakmadın o konuya...’’ cümleleri havalarda dolaştı. Öğrencilerin bazıları güle oynaya çıkarken bahçeden, bazıları da epey hüzünlüydü...

"Kızım çok emek verdin, çalışma senden, takdir ALLAH’tan’’ diyen teslim olmuş, sakin bir annenin sesi Emre için sanki tüm karmaşayı birden durdurdu. Arka bahçede ağacın dibine oturmuş yorgun yüzlü bir annenin dilinden dökülmüştü. Emre de istemsizce dönüp baktı, hırsla ya da gerginlikle ya da beklentiyle dolu olmayan tek ses tonu kime ait diye baktı… Yanına uzanmış engelli oğluyla kızına içten samimiyetle bakan bir anne ama dudakları tam da gülemiyordu. Yine de göz samimiyeti belli eder ya, kadınının gözünün içi gülüyordu. Çoğu insanın ise dudakları gülüyor ama gözü başka dünyalarda olurdu… Emre kadına dikkatli bakınca "yaşlı da değil, hayat yormuş onu sadece belli..." diye içinden geçirdi.

Helal olsun valla siz ne güzel karşıladınız çocuğunuzu. Bu sakinlikte, beklentisiz, olana razı... Ben yeğenimi getirdiğim halde heyecanlandım gerildim şurada üç saattir bankta!

- Çok şükür kardeşim. Çocuğum sağlıklı, o üstüne düşeni yapıyor, elindekiyle, verebildiğimizle. O niyetini ortaya koysun çaba göstersin. RABbim hakkında hayırlı olanı kararlar zaten.

- Ya ne bileyim hani insanın hayatını belirliyor ya bu sınav, meslek sahibi olmak falan... İnsan ister istemez beklenti içine giriyor.

Kadın acı içinde gülümseyerek:

-Sınav derken... Bak ben hemşireydim, çok ta güzel bir genç kızdım. Kendime göre de iyi bir evlilik yaptım. Kızım doğdu sağlıklıydı her şey normaldi çok şükür.  ALLAH biliyor ya hep bir oğlum olsun istemiştim. Hatta ilk çocuğumun kız olacağını öğrendiğimde üzülmüştüm bile az biraz. Sonra oğluma hamile kaldım, ben de bir mutluluk... Bir kızım var bir de oğlum olacak, sağlığım iyi eşim iyi işim iyi. Daha ne isterim? Dünyanın en zengini benim… Sonra kontrolünde yüzde doksan engelli olma ihtimali var dediler. Yanlıştır dedim başka doktora gittim. Gene aynı sonuç... Gecelerce ağladım... "Deli misin ömür boyu bakamazsın, o nasıl bir yük biliyor musun?’’ dediler. Hayır dedim. Ne aptallığım kaldı ne enayiliğim, neyin kahramanlığını yapıyormuşum… Neler neler, ne düşündüğümü bile sormadılar.

- Ama siz de çok cesurmuşsunuz... Peki nasıl hamileliğe devam etme kararı aldınız?

Çekecek olan da bendim yüklenecek olan da… Acıyarak baktılar bana da karnıma da.. Ne düşündüm biliyor musun? Bana neden bunu verdin ALLAH’ım dedim, en çok istediğimi verdin ama beni cezalandırıyorsun. Ben bunu hak edecek ne yaptım? Çok ağladım, sonra dedim ki tamam bunu yaşayan tek ben değilim ki. Sonra araştırdım bir kromozom fazlalığından oluyormuş. İkramlanmışım yani... İnsanların yamuk, anormal, eksik, özürlü gördüğünün arkasında bir fazlası varmış temelinde… Sonra büyüdüklerinde nasıl olacaklarını okudum, duygu dünyaları yüksek ama aktaramıyorlar. Algıları yerinde ama takıntılarını tetikleyecek bir şey olduğunda evi yıkacak güçte..

- Ooo çok zor olmalı, en azından konuşamıyor olması derdini anlatamıyorsa hele..

- Biliyor musun benim oğlum kızımdan daha çok yüzümde duygu görür. Üzgünsem gelir sarılır, gerginsem odasında sallanır müzik dinler. O her şeyde benim yanımda, destek yoldaşım gibi ama dışarıdan yük gibi gelir size. Ay yazık ALLAH ta sana nasıl bir sınav vermiş diyorlar çoğu yerde. Diyorum ki o benim sınavımı kolaylaştıranım. Hayat; elinde her şeyi olanlarla bu kadar zorken, o çok azla mutlu olabilen ve karşısındakine iyi gelen muhteşem bir varlık. Çok şükür ALLAH’ıma onu bana verdi. O olmasaydı ben bana tam verilmiş olanların kıymetini de bilemeyecektim ki hiçbir zaman. Şimdi ben halden anlayabiliyorum, çocuğumda en ufak öğrenmeye şükredebiliyorum, bir gülüşün ne büyük nimet olduğunu biliyorum artık... 

Hele ki insanların bir tebessümü esirgediği ya da menfaati olursa yalandan güldüğü bu zamanda… Üniversite sınavı falan hikaye... Daha onlar kaçına girecek bu sınavların, meslek sınavına, evlenecek o ayrı sınav, eşinin ailesi başka sınav, çocukları olacak onların her biri ayrı sınav. ALLAH varlıkla sınayacak, yoklukla sınayacak yaşam içinde her biri ayrı bir sınav.. Hiçbir zaman bitmeyecek ki… Başlık değişecek sınavlar bitmeyecek. Asıl sınav ne biliyor musun? Sana verilenle ne yapıyorsun, onu nasıl değerlendiriyorsun? Onu güzelleştiriyor musun, yoksa ondan şikayet edip dünyayı kendine ve o nimete ve de etrafındakilere dar mı ediyorsun? Yoksa sen de hatasız değilsin, bende, bana gelen eşte, annede, kardeşte, arkadaşta… Burada mutlu olamayan öbür dünyada da mutlu olamaz kardeşim… ALLAH senin her bir adımda neye samimiyetle şükrettiğine bakar. Benim hayatıma zor diyorlar. Ben oğluma gözümün bebeği gibi baktıkça, rızkım da arttı. İnan dertlerim de azaldı, hem de ben onları birebir çözmek için bir şey yapmadan… Hayatım evde zorlaştı ama dışarıda kolaylaştı. Sence burada bir hediye yok mu? 

Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır… Rabbin seni asla yalnız bırakmaz. Gerçek sınav sahasında neye ne tepki verdiğine, kıymet bilip bilmediğine bakar. Hiç ummadığın yerlerde yolunu açar, kolaylaştırır. Bu ikramlara açıklayamadığım o kadar çok şahitliğim var ki... İnsanlardan, hayatın genel akışından, olmadık işimin çözülmesinden… Bak ben işimi bıraktım herkese hemşireydim; şimdi sadece oğluma hemşireyim. Ama o kadar çok okudum ki, detayda o kadar çok çocuğumu yediğinden, içtiğinden, uyuduğundan, hareket ettiğinden farklılıklarını, gelişimi gözlemledim ki… Dışarıda insanlar sizin çocuğunuz çok ileri düzeyde engelli olmasına rağmen baya becerikli diyorlar. Çocuğumu geliştirmek için o kadar bilincim ondaydı ki, kardeş hastalıkların benzerliklerini bile biliyorum artık. Bakım danışmanlığı veriyorum engelli okullarında. Ben hemşire kalsaydım belki her şeyim tıkırında diye yıl doldurup hiçte kendimi bu kadar geliştiremeyecektim. Elimden alınmış gibi görünen işimi daha iyi bir hale getirmeme imkan verdi çocuğumun rahatsızlığı. İsmimin bir hastanede hemşire diye geçmesine gerek yok ki; fayda veren olduktan sonra… 

Yani asıl sınav burada nasıl tepki verdiğin, şükrettiğin, negatif görüneni pozitife dönüştürdüğün, dünyanı güzelleştirdiğin. Bak ben o bahçeden alı al, moru mor olmuş çıkan annelerden daha mutluyum. Çünkü insanın ne büyük kapasitesi olduğunu öğrendim ne yapabileceğini gördüm, öğrendim. Yüzlerce önüne gelecek her sınavın da onlara bir nimet olduğunu bilirim. Her şey bizim kendi iyiliğimiz için çalışıp emek verip, bedel ödeyip neler becerebileceğimizi görmek için. Hayatını bir sınavla, bir meslekle tanımlamak ve bir daha değişmeyeceğine her şeyi kaybettiğine inanmak çok sığ bir düşünce değil mi! Hayat devam ediyor ve sana hep yeni bir soruyla gelecek şimdi sana verdiğim bu zorlukla ne yapacaksın? Zenginleşecek misin, daha da mı fakirleşeceksin? Karar senin... Hayat bir sınav ve kitap yanda açık, ne yapacağına ise sen karar vereceksin.

Kadın Emre’nin bildiği kelimelerle bilmediği bir dil konuşuyordu sanki... Emre’nin yarı boş yarı anlamlı bakan gözlerine bakıp gülümsedi.

Neyse sen beni anladın bence. Hadi kızım tut kardeşinin kolundan okul boşaldı yavaştan çıkalım biz artık. Yeğeniniz için de hayırlısı olsun kardeşim, iyi günler…

Hangi Sınav?

Emre ağzı açık, ne sordum ne cevap aldım diye hayatını sorgularken buldu kendini… Ne elini tutamadığı kız aklına geldi, ne boğaz. Eşinden ayrıldığı için haftada bir gördüğü beş yaşındaki oğlu geldi gözünün önüne, yutkundu ama ağlamamak için. Bazen şikayet ederdi, arabada uyuyor da dört kat kucağımda çıkarmak zorunda kalıyorum diye... Evde dağıttığı oyuncaklarına gece basıp zıplamaktan şikayet ederdi… "Bunlar dert mi be!" dedi kendi kendine… "Ben ne tepki verdim elimdekilere ve verdiğim tepkilerle hayatım şu an bu halde… Mutlu muyum, gerçekten zengin miyim, kendimi zenginleştiriyor muyum? Yoksa sorulara öfleyip püfleyip çözemeyip sınavdan kalıyor muyum? Tam da 40 yaşındayım, ömrün yarısı... Bugüne kadar yeterince doğru şıkkı işaretledim mi acaba, nerelerde kaybettim…"

-Amcaaa neredesin ya, arka bahçede olurum, seni gölgede beklerim dedin arayıp duruyorum! Telefonunu da duymuyorsun. Ne oldu sana? Ben sınava girdim sen şoka girmiş gibisin. Aloooo….

-Nasıl geçti sınav oğlum?

-Elimden geleni yaptım amca olduğu kadar…

-Eğer sınava kadar hakkını verdiysen, buradan sonrası her türlü kabul, ne görmen gerekiyorsa, ne yaşaman gerekiyorsa sana o gösterilecek oğlum. Sen yeter ki hayatta doğru şıkkı işaretle.

-Amca ne diyorsun başına güneş mi geçti senin ben anlamıyorum ya zaten kafam kazan olmuş...

-Sınava sen girdin ama ben kendi büyük sınavımı düşündüm oğlum... Hepimizin hayatı bir sınav ve onun tek çözme yetkisi olan öğrencisi biziz.

-Amca sen felsefe oku bence.

-En iyi felsefeyi ALLAH yapar oğlum hem de doğaçlama olmadan…

 




 

Okumaya Devam Et

1 Temmuz 2025 Salı

NİŞAN YÜZÜĞÜ

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

“Tanıdıkça seversin oğlum” yazmıştı babam zarfın içinde nişan yüzüğümü askere postaladığında. Artık üstüne çarpı attığım son günler yaklaşıyordu. Memlekete dönünce neler yapacağımın hayallerini kurarken elimde tuttuğum nişan yüzüğüm ve bir mektupla sandalyeye oturdum. Katladığım mektubu tekrar yavaşça açtım. Bir de tane tane okuyayım diye düşündüm. İlk heyecanla hızlıca okumuştum ve zihnimde yankılanan tek cümle buydu işte.

Tekrardan okudum tüm yazdıklarını babamın. Sayılan sevilen bir katipti babam memlekette, hitabeti kuvvetli, yazısı özenliydi. Dokuz çocuğundan sadece bir tanesiydim. Hepimizi koruyup kollamaya çalıştığı, yetiştirmek için çaba sarfettiğini gençlikte çok anlamamışım. Şimdi dönüp bakınca anlıyor insan o zor şartlarda tüm bunları yapmak… Şimdi rahmet okuduğum babama o zamanlar içten içe çok kızmıştım. Çünkü her delikanlı gibi benim de memlekette vardı bir sevdiğim. Dönünce babama söyleyecek, onu gidip isteyecek sonra da mutlu mesut yaşayacaktık. İki oğlan iki kızımız olur diye hayal ediyordum. Ama babam benim yerime hakkımda hayırlı olacağını düşündüğü birini uygun görmüştüm bana, hala kızım Hatice. Hatice’yi az çok tanırdım, kendi halinde, edepli, ailesinin yanında bir genç kızdı. Benim hayallerimi süsleyen Neriman’ın ise masmavi gözleri vardı… Kızlarımın gözleri de deniz gibi olur sanıyordum.

Babama karşı gelmek bir yana, fikrimizi söylemeye bile çekinirdik. Bu korku değil, saygıydı. Evin büyükleri, dokuz tane çocuk, yavaş yavaş evlenenlerle eve gelen yeni gelinler… Tüm bunlarla başa çıkabilen bir liderdi gözümde babam. İnsanın yanlışını doğru şekilde öğretirdi. Karşıdakinin halinden anlayarak, onun hatasını anlamasını son derece müşfik bir şekilde bekleyerek, anlamazsa tatlı dille uyararak… İyi bir lider, iyi bir otoriteydi.

Peki ama ya Neriman ne olacaktı? Neriman’ın olanlardan haberi yoktu. Belki de evlendi gitti başka memlekete. Tam on sekiz ay olmuş askere geleli, haberim bile yoktu. Babam benim için uygun gördüyse mutlaka benim için daha hayırlıdır diyerek mektubu katladım, yüzükle beraber zarfa koydum. Artık Hatice’nin nişanlısı Mehmet’tim.

Mutlu Evlilik

Yıl olmuş iki bin yirmi beş... Hatice’yle mutlu bir evliliğimiz, kırmadan dökmeden geçirdiğimiz senelerimiz oldu. İki oğlumuz iki de kızımız oldu. Onlar da evlendi, torunlarımız oldu. Onlar geldikçe evimiz renkleniyor. Birbirimize nasıl yaklaşacağımızı öğrendik zamanla. O beni, ben onu bildim tanıdım. Tanıdıkça daha çok sevdik. Sevdikçe daha çok birbirimizin çıkarlarını gözettik. Hatice benim için iyi bir yoldaş oldu. İyi bir ilişki bizi hem birbirimize hem de bize tüm bunları verene yaklaştırdı. Babamın dediği gibi oldu aslında... Tanıdıkça sevdik birbirimizi... Babamın da dediğinden daha önemli bir şey vardı aslında... Hatice ile aynı yönde olmamız... Eğer yönümüz aynı olmasaydı, bu kadar yıl koca bir ızdırap olurdu ikimize de... Şimdi ise birbirimizi tamamladığımız, aynı yönde hedefimize baktığımız, sınavı geçmek için birbirimize destek olduğumuz bir öykü oldu...

İnsan tanıdıkça sever, sevdikçe yaklaşır, yaklaştıkça birleşir, bütünleşir. Tıpkı bir mıknatısın iki ucu gibi… İşte bu yüzden bu dünyada neye doğru yaklaştığımız çok önemli. Seni tamamlayacak olana mı, ayrıştıracak olana mı? Seni doğruya yönlendirene mi yanlışa yönlendirene mi? Seni aşağıya çeken mi yukarıya çeken mi? İnsanın bütün seçimleri bunun üzerine olmalı, yaklaştıkça çiçekler açtırana… 

 


Okumaya Devam Et