31 Temmuz 2025 Perşembe

MİNİK SERÇE



Akşam üzeri ayakları kendini geriye doğru iterken eve doğru yürüyordu Nermin. Tam sitenin bahçesine girmişken yerde çırpınan kanadı kırık bir serçe gördü. Yavaşça yaklaştı; korkmasına rağmen minik serçeyi eline aldı. Avucunun içinde yumuşacık bir canlı duruyordu, kalbi korkudan küt küt atan. Yere çöktü Nermin; birden o minik serçe ile eşleşti. "Canımın içi senin de mi kolunu kanadını kırdılar, uçamıyorsun bak. Sana da mı yalan söylediler, seni de mi kandırıp zarar verdiler?diye ağlamaya başladı. 

Nermin o serçenin çaresizliğinde kendi çaresizliğini görmüştü. Kendi kanadı kırılmış, uçamıyordu. Uzun zamandır yaşadığı üzüntülere çare bulamamanın, bırakıp gidememenin kapana sıkışmışlığın acısını yaşıyordu. Problemlerine çözüm bulamadıkça kederi artıyor, kendini koca bir labirent içinde kaybolmuş gibi hissediyordu. Çıkış yolunu göremiyor, kapana sıkışmış gibi çaresizlik içinde bekliyordu. Elinden yaşadığı kaderi kabullenmekten başka bir şey gelmiyordu. Her akşam hüzünle yatıyor, yeni güne ise keder içerisinde uyanıyordu. Nerede hata yaptığını, neden bunları yaşadığını anlayamamanın vermiş olduğu ümitsizlik içinde minik serçeye baktı. Serçeyi eve götürdü ona yem ve su vermek istedi. Ama serçe o kadar çaresizdi ki verilenleri görmüyordu bile. Tıpkı Nermin gibi... 

Nermin yaşadığı hayat için mücadeleyi bırakalı uzun zaman zaman olmuştu. İçinden hiçbir şey yapmak gelmiyordu, üzgün yüz ifadesi artık mimiklerine oturmuş, mutluluğun ne olduğunu unutmuş, her şeyden vazgeçmişti. Kapının zilinin çalması ile Nermin birden irkildi, gözyaşlarını sildi. Gelen üst komşusu Narin Hanımdı. Narin hanım görmüş geçirmiş, hayatta deneyimleri olan bir kadındı. Nermin’in buğulu gözlerini fark etti. Ne oldu diye sordu? Nermin serçeyi gösterdi, kanadının kırılmış olduğunu söyledi, "Aynı benim gibi..." Narin Hanım "Bir veterinere götürelim bu böyle olmaz ki" dedi. Nermin, neden bu benim aklıma gelmedi ki diye düşündü. 

Aslında problemin bir çözümü vardı. Narin Hanım "Ağlamak neyi değiştirir Nermin'ciğim? Uzun zamandır, mutsuz olduğunun farkındayım ama mücadele etmediğinin de farkındayım. Hayatta her şey bir seçimdir ve insan seçimlerinin sonucunu yaşar. Her problemin mutlaka çözümü vardır. Çözüm sadece harekete geçenlere verilir, oturup bekleyenlere değil. İnsanlar yoğun duygular altındayken gerçeği göremezler. Çıkış yolunu bulamayınca da problemler artarak devam eder. Zamanında halledilmeyen her şey daha da büyür." dedi.

İşte Nermin’in yaşadığı şey tam olarak buydu. Tepkilerini zamanında ortaya koyamamak, seçimleri görememek. Narin hanım Nermin'in bu kara bulutlu halinde ışık olacak cümleler söylemişti. Dikkatini çekti Nermin'in... Beraberce minik serçeyi veterinere götürmek için yola çıktıklarında da Narin hanım devam etti sözlerine....

"İnsan bu hayatta problem yaşar. Mutlaka bu problemlerinden çıkış noktası verir hayat ona. Önemli olan ümidini kırmadan yola devam edebilmektir. İnsanın ümidi olduğu takdirde çözüm için yola çıkabilir. Ve insan hiçbir zaman yaşadığı olay ne olursa olsun, kendini elememelidir. Sende hiçbir zaman hayat seni elemeden kendini eleme Nermin... Çünkü bir problemin mutlaka sayılarca çözümü vardır..." 





Okumaya Devam Et

29 Temmuz 2025 Salı

SAĞLAM KÖKLER VE UYUM



Günlerdir süren taşınma telaşı nihayet bitmişti. O gün yeni evinde ilk sabahıydı Sinem’in. Evini değiştirmişti ama yine aynı semtteydi. Sadece birkaç sokak öteye taşınmıştı. Buna rağmen zor gelmişti eski evinden ayrılmak. Şimdi yeni evinde uyanmıştı işte. Yıllardır oturduğu evden ayrılmak, yeni bir evde olmak farklı hissettiriyordu. Belli ki alışması biraz zaman alacaktı.

Pencereden dışarıya baktığında pırıl pırıl hava insanın içini açıyordu. Pencereden bakarken gördüğü palmiye ağacı gövdesi dikkatini çekti. Apartmanın girişindeki küçük toprak alandaydı bu ağaç. Sinem’in baktığı kısımdan sadece yukarı doğru uzanan upuzun bir gövde görünüyordu. Daha yakından baktığında palmiye ağacının beş katlı apartmanın boyunu aşmış olduğunu gördü. Oldukça şaşırmıştı doğrusu. Bu kadar uzun bir gövde böyle sapasağlam nasıl ayakta durabiliyordu? Düşünmeden edemedi. “Kökleri çok sağlam olmalı ki böylesine yukarı doğru uzanabilsin” dedi kendi kendine. Gördüğü kısımdan görünmeyen kısımlar aklına geldi. Köklerin sağlamlığı, derinliği ne kıymetliydi; koskoca ağacı dimdik ayakta tutuyordu. Bir palmiye ağacı küçücük bir toprak alanda yaşama tutunmuştu.

Apartman girişindeki göğe doğru uzanan palmiye ağacının ne kadar yalnız olduğunu fark etti. Bir tanecik palmiye orada öylesine bir başına hayata bağlanmıştı. Aslında palmiye ağacı deyince sıcak hava, tropik bölgeler akla gelmiyor muydu? “Ah bir palmiye ağacı!” Düşününce, insanın aklına neler geliyordu. Sinem pencereden dışarı bakarken gördüğü palmiye ağacı gövdesinden düşüncelere dalmıştı. İpin ucunu tutup ilerlemek gibi, şimdi irdeledikçe aklına düşenlere şaşırıyordu. Sinem “bir başına güçlü bir şekilde böylesine uzanıp, ayakta kalabilmenin sırrı ne olmalı?” diye düşünmeye başladı. Bu sorunun cevabı uyum olabilir miydi? Evet, kökleri sayesinde böylece sağlam durabiliyordu; ama diğer sebepte uyum olmalıydı. Bakıldığında bulunduğu bölgede uyumsuz gibi görünen ağaç nasılda uyum sağlamıştı.

Doğaya bakıldığında pek çok canlının yaptığı da bu değil miydi? Şartlar, imkânlar nasılsa hemen uyum sağlıyordu diğer canlılar. İnsan gibi şikâyet etmiyordu; “Neden böyle oldu, niye bu oldu, yine mi beni buldu” demiyordu. Hemen değişen şartlara kendi imkânları doğrultusunda uyum sağlıyordu. Hayatlarını devam ettiren, onları güçlü yapan da buydu.

Taşınma sürecini düşündü. Ne zor olmuştu alıştığı evden, komşularından ayrılmak. Şimdi birkaç sokak ötede olsa bile yeni bir düzene uyum sağlamak için zamana ihtiyacı vardı. Aslında insanda tıpkı diğer canlılar gibi uyumlanmak zorundaydı. Uyumlanmadığında ilerleyemiyordu. Değişen koşullara, şartlara uyum gerçekten çok önemliydi. Geçen gün palmiye ağaçlarını kesmenin cezası olduğunu, yasaklandığını duymuştu. Bölgede nadir rastlanan ağaç korunmaya çalışılıyor olmalıydı. Yaşadığı yere uyum sağlayan, köklerini salıp hayata tutunan palmiyeye kıymet verilmişti. Onu kesmeye, toprağından sökmeye çalışana ceza veriliyordu.

Birden uzun zamandır devam eden zulüm gözünün önüne geldi. Filistin topraklarında devam eden zulüm karşısında, oradaki insanların acı durumu… Bu insanlar yaşadıkları onca şey karşısında topraklarına sahip çıkmışlardı. Çok derinlere kök salmış gibiydiler. Onca yaşanana rağmen hala dimdik ayaktaydılar… Onları uzun zamandır devam eden zulüm karşısında ayakta tutan neydi? Topraklarına güçlü bir şeklide sarılmalarını sağlayan ne olabilirdi? Yoksa onlarda mı uyum sağlamışlardı? Uyum sağlayarak mı devam edebilmişlerdi böylesine bir zulüm karşısında yaşamaya?

Bulunduğu yerde hayata tutunan palmiye ağacı korunmaya çalışılırken, toprağından sökene ceza varken; topraklarından söküp alınmaya çalışılan insanlar… Toprağına sahip çıktığı için bunca zulüme uğrayan Gazze’lilerin durumu… Yaşananlar şaşırtıcı değil miydi?

 

Apartmanın girişindeki derinlere kök salan palmiye ağacı gibi; Gazze’ deki insanlar da vatan toprağına adeta sapasağlam kökler salmışlardı. Onları da ayakta tutan derin inançlarıydı. Öylesine güçlü bir inançtı ki bu; onca acıya rağmen yaşamaya devam ediyorlardı. İnançlarını yitirmeden, çoğu zaman insanı hayran bırakan sakinlikleri ve güçlü duruşları ile hayat onlar için devam ediyordu. İmkânların yetersizliğine rağmen yapabilecekleri ne varsa yapıyorlardı. Onlarda bunca imkânsızlığa uyum sağlamışlardı aslındaVe savaşın ortasında devam ediyorlardı yaşamaya...

İnsanı her şartta güçlü kılan uyum sağlamak ve sağlam kökler olmalıydı. Apartmanın girişindeki küçücük toprak alanda da, savaşın ortasında da; insanda da diğer tüm canlılarda da… Uyum sağlamak çok kıymetliydi. Sağlam kökler ve uyum tüm canlıları üstün kılıyordu. Bunca zamandır devam eden zulmün ortasındaki yaşamda ve güçlü duruşta olduğu gibi…

 




Okumaya Devam Et

26 Temmuz 2025 Cumartesi

HAYATIN ANLAMI


Hafif esen rüzgâr, son baharın geldiğinin habercisiydi. Havada hafif kızılımsı bir renk vardı. Yapraklar uçuşuyor, dört bir yana savruluyordu. Yemeği çok seven, ama bir o kadar da abur cubura düşkün olan Tülin, son mahsul olan, iri bademleri, fındık ve fıstıkları doldurmuştu kaseye.

Bir önceki ay gittiği şehirden, kardeşi için de getirmişti o kuruyemişlerden. Kuruyemişlerin güzel kokusu etrafı sarmıştı. Tülin'in kardeşi, Rana sağlığına çok dikkat eden, güne sporla başlayan biriydi. İki öğün yemek yer, yemek saatlerine dikkat ederdi. Hareketi ve yedikleri ile dinamik, canlı kalmayı başarıyordu. Bir çok kişi ondan daha az hareket etmesine rağmen yoruluyor, Rana günü yine ufak bir yürüyüşle bitiriyordu.

Rana okuduğu şehirden ailesini ziyarete gelmişti. Ailecek hasret giderdikten sonra yemeğe oturuldu. Rana yediklerine dikkat ederek, sofradan bir miktar aç kalktı. Yemeğin ardından, bir süre sonra, tatlı ve Tülin’in getirdiği kuruyemişleri sehpalara koydular. Rana tatlı ve kuruyemişi, saat ve öğün dışı olduğu için yemedi. Tülin kardeşine ısrarla kuruyemişten, yemesi gerektiğini söyledi. Ablasının ısrarına rağmen Rana'nın cevabı değişmedi; "Yarın, gündüz yiyebileceğim!" 

Tülin kardeşinin davranışını anlayamadı ve kardeşine kızdı. Rana durumu açıklasa da, Tülin bu durumu saçma buldu. Rana, Tülin’in neden bu kadar kırıldığını ve kızdığını anlamaya çalıştı. Acaba Tülin, çok emek verip kuruyemişleri aldığı için mi geri çevrilmek, onu bu kadar  kızdırdı...  Ya da kızgınlığı istekleri ile mi ilgiliydi? Rana, bu düşüncelerle geceyi bitirdi. Sabah olduğunda, yürüyüşe çıktı. Ardından da bir saatlik antrenman yaptı. Tülin ise, iş saatine yakın bir saatte kalkarak, hızlıca toparlanıp çıktı. Uzun zamandır aklında, kendisine estetik yaptırma planları vardı. Akşam üzeri iş çıkışında hastaneye gidip fiyat sormuştu. Eve gelip kardeşine, bilgi aldığı işlemi ve fiyatı söyledi. Rana çok şaşırdı, gerçekten bu işlem, bu kadar önemli miydi? Tülin yıllardır bu işlem için para biriktirdiğini, aynaya baktığında kendisinin burnundan dolayı çirkin göründüğünü söyledi. Rana ablasına insanın aynadaki gördüğü ile gerçekte olanın farklı olabileceğini ve asıl güzelliğin davranışlarda olduğunu anlattı. Tülin bu konuşmadan rahatsız olmuş, kardeşinin kendisini anlamadığını düşünerek, konuşmayı yarıda bırakıp, odasına gitmişti. 

Rana ise yeniden düşüncelere daldı. "Gerçekten insanın hayatında en çok dikkat etmesi gereken şey, dış görünüşü ya da genç gözükmek mi olmalı? Yaş geçtikçe kendini beğenmemek, ama bir yandan da sağlıksız beslenmek garip değil mi? İnsanın kendisine spor ve beslenmesi ile bakması daha doğru değil mi?" 



Artık kardeşi ile farklı düşündüğünü ve isteklerinin yönünün, aynı amaca göre olmadığını fark etti. İnsanların kendisine bakmayı, yanlış anladıklarını, kolay yoldan bunu istediklerini düşündü. Yenilen besinlere dikkat etmeyip,  uzun yürüyüşler ve spor yapmak yerine, çaylarla veya bazı aletlerle zayıflıyorlardı. Anlık acılar çekmeden, sadece güzelleşmek uğruna yapılan davranışlar, ona garip geliyordu. Hayatın tümünü, somutu iyileştirmeye adamak, gerçekten yapılması gereken bu muydu? Somut ne ara bu kadar önemli hale gelmişti?

Birkaç ay önce bir seminere katılmıştı. Orada eğitmenin söylediği sözler kulağında fısıldıyordu. Şuan ki durumu, aslında orada anlatmışlardı. Aslında insanın gözleri yerine, bakışının güzel olması gerektiği, somutta imkanları arttırmak yerine, soyut da imkanları arttırması gerektiğini, dinlemişti. İnsan marifetlenmeliydi, davranışlar da, dününden hep daha iyi olmak, ölçülü olmak gerekirdi. İnsanın amacının somutta değil, soyutta olması gerektiğini anlatmışlardı. İnsan somuta önem verdikçe aslında soyutu kaçırır ve aslında insan soyutlaştıkça güzelleşir demişlerdi...

Gerçekten de öyledi, ablasıyla yaşadığı şu kısacık olayda bile Rana gerçeğin ispatıyla karşılaşmıştı. "Keşke her insan gerçeğin farkına varsa..." dedi Rana. "Keşke insan somutluğun arttırmak için gösterdiği çabayı, soyut güzelliğini arttırmak için gösterebilse...Ama bunun için önce hayatı anlamaya ihtiyacı var insanın.. Sonrada o hayata anlam katacak davranışlarda bulunmaya..."





Okumaya Devam Et

24 Temmuz 2025 Perşembe

ÇÖZÜMÜ ZITTINDA GİZLİ


Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Bütün evi saran mis gibi sıcak bazlama kokusuyla gözünü açtı Aysel. Tıpkı çocukluk günlerinin yaz sabahlarında olduğu gibi... Aradan geçen yıllar pek çok şeyi eskitse de hafızalarda kokular hep taze kalıyor, diye düşündü üstünü giyinirken. Odasını havalandırmak için pencereyi açtığında içeriye güneşle birlikte kuş cıvıltıları da sızdı. Her sabah yeniden, bitmek bilmeyen bir tazelikle günü karşılamalarına hayran kaldı. Sonra ninesinin yumuşak sesiyle daldığı yerden çıktı:

“Ayselll, yavrumm gel, çayları koydum.”

Bahçeden toplanmış domates, salatalık, biber, köy peyniri ve yayık tereyağ... Hepsi bir siniye sığmıştı. Ne kadar mütevazı ve aynı zamanda ne kadar zengin bir kahvaltı sofrasıydı. Kuzinedeki közlenmiş patatesleri üfleyerek çıkartırken ninesi:

“Bilmem ki şu dünyada bizden mutlusu var mıdır?” dedi.

Dedesinin tebessümle onaylayan bakışları onunla hemfikir olduğunu gösteriyordu. 

Öğrencilik yılları ve sonrasında yoğun iş temposu derken yıllar su gibi akıp geçmişti. Aysel otuzuna yaklaşmıştı. Arkadaşlarının bir kısmı evlenip boşanmış, evli olanların ise az bir kısmı gerçek manada huzurluydu. Gözlemlerinden dolayı Aysel’in evlilikle ilgili düşünceleri pek iyimser değildi. Şimdi ise elli seneyi deviren ninesinin ve dedesinin evinde bambaşka bir muhabbete şahit oluyordu. Aradaki tatlı ufak atışmaları saymazsak gayet birbirlerinin dilinden anlıyorlardı. 

“Sırrı ne acaba?” diye sordu birden Aysel. Farkında olmadan iç sesini dışarı vermişti.

Biraz sessizlikten sonra ninesi gülümseyerek:

“Sırrı isteğinin zıddını yapmakta gizli.” 

Aysel anlamayan gözlerle ona bakınca biraz daha açtı:

“Aile olmak zordur ama bir o kadar da kolaydır aslında... Gitmek isterken kalabilirsen, uzaklaşmak isterken sarılabilirsen, kızgınken sözlerini yutabilirsen, yorgunken gülümseyebilirsen... Yani duygularının aktifleştiği  o anlarda ne hissediyorsan ancak onun zıddını yaparak huzurlu bir yuva kurabilirsin.”

Canının istediğini değil, istemediğini yapmakta gizliydi demek çözümü. Oysa yüreğinin götürdüğü yere gitmek o kadar benimsenen bir genel kabuldü ki olaya farklı bir açıdan bakmak Aysel’in aklına hiç gelmemişti. Bugüne kadar canı nasıl isterse öyle yaşamıştı... Daha geçen hafta iş yerinde haksızlığa uğradığını düşündüğü bir anda çileden çıkmış ve çatır çatır ağzına geleni söylemişti mesela. Diğer türlüsü eziklik olmaz mıydı? Kısa süren birkaç ilişkisini düşündü sonra. Onlarda da çıkan anlaşmazlıklarda alttan almayı kendine yedirememişti. Ne yani, bu kadar eğitim almış genç bir bayan olarak bir erkeğe mi ezdirecekti kendini?

“Belki de eziklik zannettiğim şey tam tersine güçlü olmaktır.” diye düşünmeye başladı. İsteğinin zıddında hareket edebilmek güçlü bir irade isterdi çünkü. Herkesin harcı değildi. Demek ilişkilerinde ve aile hayatlarında mutlu ve başarılı olan insanların sırrı buydu...

Bulaşıkları yeni toparlamıştı ki ninesi mutfağın kapısında belirdi:

“Bahçedeki reyhanları toplayıp, kurutacağım kızım. İstersen sen de gel, yardım edersin.”

Aysel “Hava çok sıcak, istemiyorum.” diyecekken bir an duraksadı, gülümseyerek “Hemen geliyorum.” dedi.

Yeni bir Aysel olma yolunda ilk adımı attığı için mutluydu...


  



 

Okumaya Devam Et

22 Temmuz 2025 Salı

SİYAH KÜREYE DÜŞEN BEYAZ DAMLA

Dünyanın gözlerini kapattığı, hukukun sustuğu bir çağda, Gazze karanlığı yaran bir hakikat oldu. Sadece bir coğrafya değil, insanlığın aynasıdır Gazze. Simsiyah bir kürenin tam ortasına düşen beyaz bir damla... Karanlığın içine sızan bir ışık zerresi...

Ama bu karanlık rastgele değildi; sistemliydi. Disiplinli adımlarla yıllarca inşa edilen bir yapıydı bu. İnsanları, ülkeleri ve kaynakları kendi çıkarları için kullanan şirketler, yatırım fonları, siyasi liderler ve onları destekleyen kurumlar...

Amaçları açıktı, insanları duyarsızlaştırmak, sahteyi gerçekmiş gibi kabul ettirmek, mutsuz etmek, anıların peşine sürükleyip köleleştirmek ve kendileri için daha fazla imkân oluşturmak. Üstelik tüm bunları hukuk, yasa, düzenleme ve uluslararası kurumlar kisvesi altında yapıyorlardı.

Ve sonra sahneye bir beyaz nokta çıktı, Gazze.

Gazze, unutan insanlığı sarsarak uyandırdı.
Zulmün çıplak yüzünü gösterdi.
Soykırım artık gizlenemiyor, siyah örtüler, karanlığı saklamaya yetmiyor.

Gazze bir bedense, artık gözüdür bu bedenin.
İnsanın vicdanıyla, insanlıkla dünyaya baktığı bir pencere.
Ve o pencereden görülen şey, kırmızıya boyanmış bir hakikat.
Bebeklerin ve çocukların kanı, suskun dünyanın üzerine damladı.

Artık taraflar netleşti:
Siyah, gerçeği örterek çıkarını korumaya çalışanların rengidir.
Beyaz, hakikati savunan, adalet isteyenlerin sesidir.
Ve kırmızı, bu vahşetin masum rengidir.
Dökülen kandır, susturulamayan çığlıktır.
Kurbanların sesi ve hatırasıdır.

Siyah taraf, zayıf temellerini koruyabilmek için
baskıyı, ırkçılığı ve şiddeti “hukuk” ve “insan hakları” maskesiyle meşrulaştırmaya çalışıyor.
Ama o beyaz damla, o yapıya düştü bir kere.
Ve şimdi yayılıyor, bulaşıyor…
Hakikat artık gizlenemiyor.

Az da olsalar, aydınlığı taşıyanlar çoğalıyor.
Ve sistemin gerçek yüzü giderek daha görünür hâle geliyor.
Vicdan sahibi halklar, insanlar
gözlerini Gazze ile yeniden dünyaya açtı.
Artık hiçbir şey eskisi gibi değil.

Bu beyaz damla, sistemin içinde derin kırılmalar oluşturuyor.
İyiler ve kötüler tanımlandı.
Denklemler değişti, taşlar yerini aldı, saflar sıklaşıyor, beyazlar ve siyahlar ayrışıyor.

Ve şimdi kırmızı, bu zıtlığın vicdanı, az imkânla direnenlerin duruşu, kendini feda edenlerin ışığı, geleceğe kalan mirasıdır.

Karşı karşıya gelme anı yaklaşıyor. Ne siyah zulmünden vazgeçecek, ne de beyaz hakikati savunmaktan...

Kırmızı, büyük bir kırılmanın habercisi artık.
Beyazın yavaş yavaş kurduğu zeminde, sistemin içindeki çatlaklara sızan sessiz bir fısıltı gibi büyüyor.
Siyahın üstünü örtemediği bir çığlığa dönüşüyor. 
Sistemi çökertecek vicdani bir akıştır bu.

Çünkü kırmızı, zulmün haddi aşılmasına haber veriyor.
İnsana yapılan her haksızlık, aslında insanın kendine ettiği bir zulümdür.
Ve insan, er ya da geç, kendi zulmünün altında kalır.

O beyaz damla Gazze, artık yalnız bir direniş değil, dünyanın kalbindeki hakikat merkezidir.

 





Okumaya Devam Et

19 Temmuz 2025 Cumartesi

BİZE DÜŞEN PAY


Hayatımda hiçbir ses bana bu kadar acı vermemişti….

Bir video denk geldi Gazze de...

İki kardeş yan yana oturmuş anne ve babaları şehit olmuş,

Abi diye dizine yattığı çocuk yedi yaşında,

Ağlayan kardeşi en fazla dört yaşındadır... 

Küçük kardeşi öyle bir ağlıyordu ki,

O ağlama sesi kulaklarımdan hiç gitmiyor...

Abisi de onu teselli etmeye çalışıyordu.

O zaman düşündüm ve dedim ki,

Bu dünya bizim gerçekten mutlu olacağımız bir yer değil.

Bu kadar mazlum bu kadar günahsız insanın zulüm gördüğü yer,

Gerçek bir yer olamaz...

Gerçek mekanda da tabi ki onlarla hak ettiğimiz sonsuz hayatta bir olamaz. 

Peki neden bu sesi duydum?

Neden sürekli gözümüzün önünde bu olanlar? 

Demek ki bana bir şeyler anlatıyor, bana buradan da bir pay var. 

Ben nasıl tepki veriyorum gördüklerime ve gördüklerim karşısında ne yapıyorum?

Zulmü duyurmaya mı çalışıyorum?

Yoksa görmezden gelip herkes  kendi kaderini yaşar diyerek geçiyor muyum?

Hani hayat bir sınav ya... 

İşte bu zulme verdiğimiz tepkilerde bu sınavın en büyük parçalarından diye düşündüm.

İnsanın amacı neydi bu dünyada?

Sorulan sorulara doğru tepki vermek ve sınavı geçmek değil miydi?

Annen, baban, kardeşlerin.. İş yerindeki sıkıntılar, maddi sıkıntılar derken,

Hepsi bir soruyken ve bizden cevap beklerken,

Filistin'den de zor sorular geldi. 


Bir soykırım var,

Ve soykırıma destek olanlar ile,

Soykırıma karşı gelenler ile,

Soykırıma sessiz kalanlar var...

Sordu hayat bize sorusunu,

Hangi payı almak istersin dedi...

Peki biz sorduk mu kendimize?

Bize düşen pay neydi?

***


Bize düşen payda doğru tepki ve doğru cevap verebilenlerden olmak dileğiyle...






Okumaya Devam Et

17 Temmuz 2025 Perşembe

İMAJ ATAK


Güneşin tepede olduğu sıcacık bir yaz günüydü…

Yüksek bir sesle yankılandı; "Nasıl bilirdiniz?"

"İyi bilirdik…" dedi insanlar hep bir ağızdan…

Alnından akan tere rağmen tüyleri diken diken oldu Mehmet’in…

İçinde bir soğukluk, üşüdüğünü hissetti…

Neydi onu bu kadar etkileyen?

Amcasının ölümümü mü?

Cümleyi içinden tekrar etti;

Nasıl bilirdiniz?

Nasıl bilinmek isterdiniz?

O gün aklının bir köşesinde hep bu cümleleri düşündü…

İnsanlar ayrılırken son sahnesinde nasılsa öyle kalıyordu sanki akılda…

Herkes onun son günlerinde ne kadar ferah, ne kadar tebessümlü olduğunu konuşuyordu…

Doğaya baktığımızda her şeyin bir başlangıcı ve bir sonu olduğunu görürüz…

Her birleşmenin bir ayrılığı olduğu gibi…

Bir ağaç nasıl yaprak açıyorsa, öyle de yapraklarını döküyor…

Yaşamına son verirken;

Öyle mi güzel ölünür…

Bakıyorsun ayrılırken bile başka bir güzel…

Başka bir renk, başka bir doku…

Yahu bu kadar mı güzel veda edilir?

Öyle özenli, öyle lezzetli…

Bu kadar mı güzel son verilir?

Peki ya insan?

Nasıl bilinmek isterdin diye sorduğunda kim olumsuz bir şey söylemiş ki?

Başarılı,

Güler yüzlü,

İyi kalpli,

Cömert,

Sevgi dolu,

Ahlaklı...

İnsanlar bir işin başında nasıl göründüklerine verdikleri önemi, çoğu zaman sonunda vermemeyi tercih ederler.

İlk iş görüşmesinde son derece özenli, istekli ve çok iş görürken… İşten ayrıldığı gün masasını dağınık bırakıp giderken…

Pikniğin her detayında keyif alacağı ölçüde organize edip, pikniğin sonunda ortamı dağıtıp ayrılırken…

O kız ona evet desin diye her türlü kibarlığı yapan adam ayrılırken her türlü hakareti ederken…

Kendi sahnesini kirlettiğini fark etmemişti insan...

Artık hiçbir çıkarının olmadığı o noktada güzelliklerle ayrılmak… Tıpkı her haliyle güzel o sararmış yaprak gibi… 

Güzel veda et, güzel bitir… 

Ya da her neyse; nasıl bilinmek istiyorsan öyle bitir…

 


 

 

 

Okumaya Devam Et

15 Temmuz 2025 Salı

HAYATIMIN SINAVI


Beyza bir akşam üstü sahilde güneşin batışını izlerken geçmişini düşündü. Yıllar ne de çabuk geçmişti. Çok şükür içinden bir oh çekti. Doğup büyüdüğü yıllarca hasretini çektiği memleketine artık dönmüştü. Çocukluğunun geçtiği sahil, yaz akşamlarında çekirdek çitleyip dondurma yedikleri ay ışığı çay bahçesinin dili olsa da anlatsaydı. Ne hayalleri vardı, okuyacaktı meslek sahibi olacaktı, kimseye muhtaç olmayacaktı. Yıllar gözünün önünden film şeridi gibi geçti. Şimdi çoktan kırklı yaşları geçmişti.

 Güneşin batışı ile birlikte birçok duygu geçti aklından, birçok anı... Çoğu insan güneşin doğuşunu izlemeyi severken, Beyza güneşin batışını izlemeyi çok severdi. Hem biraz geçmiş, hem biraz gelecek gibi, hem hüzün, hem mutluluk gibi değişik duygular yaşardı o anda... Her başlangıcın bir sonu var der gibi. Nasıl ki doğum varsa ölüm de var.

Yine ömründen bir gün daha geçmiş gitmişti, yılların geçtiği gibi. Çocukluğunda zaman hiç geçmezdi sanki... Liseden sonra hayat su gibi akıp geçmişti! Nasıl geçti bu koskoca yıllar diye düşündü yüzüne vuran hafif ılık rüzgarla birlikte...

Beyza yaz aylarını çok severdi. Her şeyi kıpır kıpır, cap canlı olurdu. Zaman su gibi akıp geçerdi. Yaz aylarını neden  çok sevdiğini düşündü! Okul zamanlarında ailesinden uzak kalıyordu. Yıl boyunca kısıtlı zamanlarda onları görüyor yazın birkaç ay olsa onların yanında kalıyordu. Yaz gelse okul bitse de ailemin yanına gitsem diye dört gözle beklerdi.

Geçmişi düşündü ilkokuldan sonra başlayan koşturmalı zamanları okul hayatındaki sınavları, sonra liseye geçiş sınavı, üniversite sınavı, memurluk sınavı derken yıllar ne çabuk geçmişti...

Sınav neydi?

Verilen sürede, sorulan sorulara doğru cevap vermen  senden istenirdi. Doğruların yanlıştan çoksa başarılı sayılırdın. Yanlışların doğrulardan çoksa başarısız sayılırdın.

Okul hayatındaki sınavlar bitti. Şimdi evlilik, iş hayatı, çocuk derken hayat sınavının hiç bitmeyeceğinin, her yeni başlangıçta hayatında yeni sınavlar olacağının farkına varmıştı. Ne de dert ederdi okul sınavlarını yüksek not alayım diye gece gündüz çalışırdı. Üniversite sınavını korku kaygı ya başarılı olamazsam ailemin emekleri boşa giderse... Şimdi hayat sınavına göre ne kadar basitti neden bu kadar takmışım ki o zamanlar dedi Beyza..

Memurluk sınavında yeterli not alamayınca ne kadar çok üzülmüştü. Dünyası başına yıkılmıştı. "Hayat sınavı için bu kadar kaygılı mıyım?" diye düşündü.  Evlilik ayrı bir sınav, çocuk yetiştirmek ayrı bir sınav, iş ayrı bir sınav hayatın kendisi bir sınavdı aslında... Süren belli değil ama sonu var. 

Bana verilen süreyi en güzel şekilde nasıl değerlendirmeliyim? 

Her sabah güneş doğuyor ve batıyor bana verilen bir gün nasıl değerlendiriyorum? 

Bana verilen bir ayı nasıl değerlendiriyorum? 

Bir mevsimi , bir yılı nasıl değerlendiriyorum? 

İnsan dışındaki tüm canlılar görevini tam olarak yerine getiriyor. Meyve ağaçları vakti geldiğinde bu meyve veriyor. Hayvanlar insanlara hizmet ediyor, çiçekler mis gibi kokuyor hem doğayı güzelleştiriyor hem de insanı mutlu ediyor. Her yaratılan amacına uygun hareket ediyor.

Beyza benden istenilen ne diye düşünmeye başladı. 

Benim hedefim ne olmalı? 

Ben nasıl insanları mutlu edebilirim? 

Nasıl kendimi daha iyi bir Beyza’ya dönüştürebilirim?  

Aileme çevremdeki insanlara nasıl faydalı olabilirim? 

Nasıl ki güneş gibi bıkmadan usanmadan her gün doğup canlılara hayat verip akşam dinlenmeye çekiliyor. Bana sunulan sınav sahasını en güzel şekilde nasıl değerlendirebilirim? Düşündükçe mutlu oldu, içinde hedefleri yeniden şekillendi..

Faydalı olmak, veren olmak, ihtiyaç gidermek, düşünen üreten olmak...

***

Hayat sınavımızı kazanmak dileğiyle..

 


Okumaya Devam Et

12 Temmuz 2025 Cumartesi

KIZIMA MEKTUP-1

Güzel kızım...Her fani insan gibi hepimiz bir gün bu dünyadan göçüp gideceğiz. Kimin önce gideceği bilinmez tabi… Ben hayatta iken sana birkaç tavsiye bırakıp öyle gitmek isterim. Bu mektuplarımın ilki ancak sonuncusu olmaz belki de…

Canım evladım ben seni çok severek büyüttüm ve kendimce deneyimlerimi sana aktarmayı ve bu hayatı huzurlu, mutlu ve başarılı yaşamanı istiyorum. Sana ilk ve en önemli tavsiyem, sana gelen sınavları, zorlukları, problemleri şikayet ederek karşılama. Bilmelisin ki o şikayet ettiğin her ne ise mutlaka seni geliştirecek. Mutlaka seni daha iyiye taşıyacak ama tek bir şartla! Sen şikayet etmezsen, nasıl çözerim ben bu problemi diye bakarsan…

Okula gitmek gibi düşünebilirsin bu süreci… Yazı yazmakta çok zorlanmıştın ama yazı yazmayı öğrendikten sonra en sevdiğin şey bir mektup, bir şiir yazmak oldu. Eğer o zorluğu yaşamasaydın o güzel yazıları, şiirleri yazamazdın. 

Ya da ilk bisiklet sürdüğün zamanları düşün. Düştün, kalktın, yaralandın ama hep çabalamaya devam ettin. Sonrasında bisiklet sürmek, arkadaşlarınla beraber bisikletle dolaşmak çok keyifliydi. Aynı bunun gibi hayatta da seni zorlayacak problemler olacak. Bazen kalbini kıran kişiler en yakınların olacak. Bazen gecelerce uykusuz kalmak zorunda kalacaksın. Ama işin sonunda eğer şikayet etmeden, nasıl daha iyiye dönüşebilirim diyerek çözüm ararsan göreceksin ki hepsi senin iyiliğin için gelen sınavlarmış. Gelmişler ve seni bir üst sınıfa taşımışlar. O zaman problemlerini de seveceksin. Zor zamanlarını da seveceksin. Zor zamanını sevmeyi başaran zaten sonrasındaki güzel günleri daha da çok sever ve şükürle karşılar… 




Şimdilik bu kadar… Bu benim sana en önemli tavsiyelerimden biridir. 

Hayatın hep seni daha iyiye taşımasını dilerim güzel yavrum.  

Seni çok seven ve cennette buluşmayı dileyen annen… 

 

 


Okumaya Devam Et