İş yerindeki kişilerle gündemdeki olayları konuşurken, kendini birden tartışmanın ortasında bulmuştu Murat. O kadar iş yoğunluğunda bile tartışacak vakti bulabiliyordu insanlar. Yeter ki mevzu egolara dokunsun,isteklerine zıt gelsin...
“Bir şeyler yapmak lazım, bu böyle olmaz, sesimizi çıkarmalıyız bu zulme” demişti. O kadar da emindi ki arkadaşlarının da kendisini destekleyeceğinden. Olmadı ama! Hiç ummadık tepkilerle karşılaşmıştı.
Hiçbir şey yapmamak, beklemek, benimle ne alakası var, bize ne demek, duyarsızlaşmak, sorumluluğu başkasına atmak…
“Nasıl bir ruh halinin sonucu ortaya çıkabilir.” dedi kendi kendine. “Nasıl bir vicdan bu?”
Eve canı sıkkın bir halde geldi. Çocuklar çoktan uyumuştu bile. İşten çıkıp eve geldiği yol buyunca bu konuyu düşündü. Eve geldiğinde de durum farklı olmadı, sürekli bu konuyu düşünüyordu. İnsanların, olan bitenleri sanki aksiyon filmi seyreder gibi seyretmeye başlamaları, hatta yapılan zulmün konuşulduğu yerlerde “Off yine mi Filistin?” demeleri, TV de denk gelince kanal değiştirmeleri çok canını yakmaya başlamıştı artık.
Ne demek bana ne?
İnsan aksiyon filmi izlerken bile tepki veriyor; film güzeldi ya da değildi diye. İnsanların bu kadar kör ve sağır olmalarına bir anlam veremiyordu.
Neydi bizi bu hale getiren?
En yakın arkadaşları bile onu eleştirmeye başlamıştı: “Tamam biz de üzülüyoruz ama senin gibi yapmıyoruz, psikolojin bozulacak bu kadar da olmaz ki” diyorlardı. “Psikoloji mi?” dedi Murat. “Kadın, erkek, bebek, çocuk, yaşlı ayrımı olmadan insanlara zulüm ediyorlar, benim arkadaşlarım ne kadar da duyarlıymış ki benim psikolojimi düşünüyorlar.” diye geçirdi içinden. Ölümle burun buruna yaşayanların, evlatlarını kaybedenlerin, sevdiklerini kaybedenlerin, aç kalanların, kimsesiz kalan insanların psikolojisi ne olacaktı peki? Tabi onların gözünün içine bakmayınca sorun yoktu. İnsan ne kadar da kolay ötekileştiriyordu her şeyi.
“Tek başıma kalsam da doğru bildiğim neyse yapacağım, yine her yerde konuşacağım, kimin ne düşündüğü umurumda bile değil” dedi. Çok geç olmuştu artık. Yatmak için yerinden kalktı. Çocuk odasının önünden geçerken, aralık olan kapıdan uyuyan meleğini seyretti. Ona sarılmak istedi birden. Sıkıştı yanına, sıcaklıklarını hissetti. “Saçları mis gibi kokuyor kuzumun, nefesi ne kadar da huzur veriyor insana...”
Kim bilir kaç ana baba artık bu duygudan mahrum kalacaktı?
Kaç evladın yanında uyuyacak bir anası babası olmayacaktı?
Bu zulmü izleyenlerin vicdanları hiç mi sızlamıyordu?
“Gözünden süzülen yaş, meleğinin yanağına değdi. Kim ne derse desin, gerçeği söylemekten vazgeçmeyeceğim. Hiçbir şey yapamasam da bunu yapacak kudretim var çok şükür.” dedi.
İnsan iyiye yönelik her şeyi yapabilecek marifeti olan bir canlı aslında. Sadece istemesi ve harekete geçmesi yeterli. Bu hareketi engelleyen şey ise basiti küçümsemesi. "Benim yaptığım şeyden ne olur ki?" diye düşündüğü anda iyiye varamaz insanoğlu.
Bunu biliyordu Murat. Bütün çabası, şu an kendi yapabileceği en küçük şeye konsantre olmaktı. Ve umudu da, çevresindeki insanların basiti küçümsemeyip, o zulüm altındaki insanlar için en küçüğünden bir şey yapmaları üzerineydi..