
"Ama ben bunları toplamak zorunda mıyım anneeee…’’ diye şımarıklık yaptı Defne.
"Evet çünkü senin oyuncakların onlar ve kaybolmasın istiyorsan toplamalısın, tekrar oynayabilmek için. Zaten onlara sahip çıkmalısın çünkü bu kadar oyuncağın olduğu için çok şanslısın!’’ dedi Zeynep.
Bunu dedikten hemen sonra sosyal medyaya baktı. Ana sayfasına battaniyesine kardeşini koymuş hastanedeki çocukların şehitçilik oyunu düştü. Kafasını kaldırıp gözlerini oyuncaklarını topladığı için deviren kızına baktı, tüyleri diken diken oldu, kanı çekildi eli kolu kalkmadı. Gözünü tekrar telefona çevirdiğinde kapatamadı ve aynı video tekrar tekrar döndü…
"Bir çocuk bırak oyuncakla oynamayı, biz askerlerimizin şehit olmasına dayanamazken küçük bir kız kardeşinin şehitliğini mi oynuyor? Bu nasıl bir anlayış, bu nasıl bir dünyaya bakış, bu yaşta ne yapmış olmalısın bunu normalleştirmek hatta övünebilmek için? Nasıl bir ailen var, nasıl bir toplumda büyüdün? Neler yüklenmiş olmalı ki sana bir yetişkinin yüreğinin kaldıramadığına sen şükür sebebi olarak bakarsın? Aklım almıyor!
Biz çocuğumuz bileğini burktu diye anne baba dakikalarca sarılıp telkin etmeye çalışıyoruz, bizim kız daha da zırlayarak ağlıyor. Sus kızım millet bir şey yaptık zannedecek. Oradaki ise benim kızımdan küçük yaşta ama kucağındaki kardeşinin gözlerini kapatıyor üç yaşındaki kardeşi görmesin bomba düştüğünü diye. Bir dakika aynı dünyada yaşıyor olamayız aslında aynı dünyayı yaşıyor olamayız… Arkasını toplayamayan kızım kendini kurtaramaz bir bomba düşse, değil ki yanındaki başka bir çocuğu korumaya çalışsın. Bu dünyada bir gariplik var, dünyayı herkes farklı yaşıyor olmalı. Bu nasıl bir kodlama ki sen sana söylenmeyeni o yaşta yapabiliyorsun, nasıl akıl ediyorsun. Bir insan başkasını ne zaman düşünmeye başlar ve nasıl düşünmeye başlar. Kim başkasının yükünü almaya gönüllü olur hem de bu kadar ölüm tehlikesi varken etrafında. Her an yanına düşen bir bomba ile hayatı bitebilir. Ama o ihtimaller içinde yüzün güler, yıkıntılar içinde oyun oynarsın..."
Düşüncelerle beyni yoruldu Zeynep’in…
"Biz bir şeyleri ya kendimiz de bilmiyoruz ya da yanlış yapıyoruz. Çünkü dört tarafımızda savaş varken ve bize gelmesi de bu kadar muhtemelen ben ne kendime ne kızıma… Hatta dur ya güvenirim sandığım insanların bile arkasına bakmadan gideceğini biliyorum… Offff bir anda kıyaslayınca ne kadar sefil olduğumuzu hissettim. Güçlü görünen ama zayıf… Gerçek güç neydi peki? Zorlukta ne olursa olsun sahnene devam edebilmekti, koşullar çok kötüye de gitse sen bu gücü nereden bulabilirsin? Tek başınayken, tanıdıkların ölmüşken, ailen kayıpken, eşin kampa kaçırılmışken. Teksin, her yer sen ve senden daha aciz insanlar dolu, her yer yıkık dökük virane ve sen yola devam edeceksin. Neye dayanırdın?"
Hayal etti Zeynep kendini savaş meydanında...
"Bugün bunlar olana kadar bir hayatım vardı ve ben bu dünyaya getirildim, hayatıma insanlar verildi, hiç var olmayacağını düşündüğüm, imkanlar, insanlar, olaylar geldi hayatıma. Ve şimdi yoklar. Ben gelirken de bunların var olacağını bilmiyordum, bunları bir yaradan var, benim için ve bu dünyada yaşayan, yaşamış diğer herkes için. Tekrar tekrar dünyaya gelen insanlar, tekrar şekilde yaratılıp yenilenen bir doğa.. Tarih boyunca bu gördüğüm gibi savaşlar oldu, insanlar doğdu ve öldüler, tahrip olan doğa tekrar yeşerdi, hayvanlar tekrar çoğaldı ve şehirler tekrar kuruldu. Benim gibi milyarlarca insan yaşadı bu dünyada gelip geçtiler. Ve benim gibi bu zorluklara da şahitlik eden oldu. Onların da ömürleri bitti, mutlulukla, üzüntüyle ama tüm hediyeleriyle verilen bir ödül yaşam. O ana ömrüm eğer her an bitebilecekse yanlış yaptığım yapamadığım neler var daha neler yapabilirdim bu hayatı doğru yaşamak için..." diye bir kaygı düştü içine.
"Hayatımın çoğunu neyle geçirdim ben… İnsanlara takıldım, kızdım, üzüldüm onların tepkileriyle iş değiştirdim, ilişki bitirdim. Seçimler yaptım. Ve o insanlar yoklar, gelip geçtiler ve ben yaşamaya devam ettim. Ev alacağım araba alacağım ve toplamaya bile üşeneceği oyuncakları almak için ne kadar emek verildiğini bilmeyen ve bu gidişatı belki de hiç bilmeyecek kızıma o oyuncakları alabilmek için beyaz yaka bir iş için yedi yaşından yirmi dört yaşına kadar okudum, o günden beri de hep daha fazla kazanmak için çalışıyorum. Peki ne için, bir bomba düşse elimden alınabilecek veya bir deprem olsa hiçbirisi bana kalmayabilir ihtimali olan insanlar ve imkanlar için!
Bunları bana veren var, bana ve hepimize ayrı ayrı öykülerinde bunları veren bunları bir dizayn eden var. Bana bu yaşamı veren var, verme gücü O’nda olduğu gibi alma kudreti de olan… Ben kime oynadım bugüne kadar, bana bunları veren varken neleri kimleri takıp neyi önemsedim kime yaranmaya çalıştım? Kaynağın sahibinden başka herkese vaktimi ayırdım, arada bir şükrettim bir şeyi çok istediğim şeyler olduğunda dua ettim ne olur ALLAH’ım diye... ama gerçekten her şeyim kimden geldiğine kafa yormadım, bana verilen, gelmiş geçmiş her şey Yaradan’ın…
Anlıyorum sizi Filistin'liler, her şey O’nunsa eğer, başıma ne gelirse gelsin kurtaracak olan da O, beni almak istiyorsa alacak olan da O, yani teksin ama yalnız değilsin… Gücün kaynağı kimdeyse ve sen samimiyetle her şeyin O’nun olduğuna inandığında teslim olman ve o gücü içinden bulman mümkün.
Delilik değil, şaşılası değil…
Sadece gerçekliğin ta kendisi…"
Alanda O verende ORabbim bizi sensiz birakma
YanıtlaSilHerşeyin gerçek sahibini unutup sahip olduklarıyla kendi güçlü gören insan, bir anda benim sandıklarını kaybedebileceğini göremedi. Kendine odaklanan insan başkasının yaşadığı zorlukları görüp anlayamadı..
YanıtlaSilOkuyanın bir yandan hayatta her şey boş diyebileceği ama aslında hayatta her şey bir o kadar dolu diyebileceği bir yazı olmuş. Onu kazanacaksam ne önemi var ki kayıpların…
YanıtlaSilSahip olduklarını sahiplenmeyip verilmesi gerektiği gibi ve hakkı olan kadar kıymet verildiği zaman kaybettiğinde de sahibine hakkıyla teşekkür edip şükredebilir insan...kaleminize sağlık 🌸
YanıtlaSilGerçekler... kaleminize sağlık🌸
YanıtlaSilO'nun gücü her şeye yeter.
YanıtlaSil