29 Şubat 2024 Perşembe

YAPAMAM Kİ!

Yapamam ki!


Kadın hayatı boyunca yaptığı en iyi şeyin susmak olduğunu anladığında, daha da sustu. Beyni konuşsa, çığlık da atsa artık dili lal olmuştu. Sanki beyni ile dilinin arasındaki bağ kopmuş gibi hissediyordu. Bu onun için çok kolaydı. İnsanlar ona hep “sakinliğine hayranız” derdi. Hâlbuki sakinlik onun için ne kadar da ilginç bir kelimeydi. Sakinlik mi? Ya aklından yüreğinden geçenler… Filler tepişiyordu beyninde ama o hep susuyordu. Onun için susmak değil, konuşmak zordu. Vapurla karşıya geçerken şimdi niye bu düşünceler aklına gelmişti ki? Birden rüzgârın yüzüne doğru sertçe esmesiyle irkildi. İçeri geçip çay aldı, denizi izlemeye devam etti. Anlaşıldı, bugün kendiyle bir iç hesaplaşması vardı. Bugünkü iç hesaplaşması iş yerinden sinirli bir şekilde çıkmasıyla başlamıştı.

Çocukluğundan beri çok konuşmazdı zaten ama bu kadar da değildi diye düşündü. "Neydi beni bu kadar susturan? Yaşadıklarım mı?" diye soruyordu kendine… Hâlbuki herkes öyle ya da böyle bir şeyler yaşıyordu. Bir yerlerde bir şeyler olmuştu ama ne olduğunun kendi bile farkında değildi. Anlaşılamamak mı? Yoksa aklındakileri söylemeye cesaret mi edemiyordu? Birden görmemezlikten gelmenin kolayına geldiğini fark etti. Kendi için en kolay yolu tercih etmişti; "Bilmiyorum, görmedim, haberim yok…" 

Kullandığı az cümleler arasında ki en çok söylediği kelimeler bunlardı. Kendi bile kendinden ne kadar sıkıldığını fark etti. Bu kadar da olmamalıydı. "Hadi gevezeliği, boş konuşmayı sevmem de…" diye konuştu kendi kendine. Göz göre göre haksızlık karşısında susmasına da bir anlam veremiyordu. Hâlbuki yeri geldiğinde konuşulması gereken şeyler konuşulmalı, çıkması gereken tartışmalar çıkmalıydı. Kimseye laf anlatmak istemiyordu. Düşünceleri ile davranışları arasında sıkışıp kalmıştı. "Keşke düşüncelerim de sussa!" diye geçirdi içinden. "Sakin ve ağır insan ha! Ben bu değilim ki!"  

Onu korkutan şeylerden biri de değişmek, yeniden dönüşmekti. Çünkü bunu yaparken karşılaşacağı şeyleri aklına getirirken bile tedirgin oluyordu. İnsan bildiği güvenli alanından çıkmaya cesaret edemediğinde, yüreği söylenir dururdu:

"Kurtar kendini de beni de, ses ver artık!" 

"Ama yapamam ki!dedi kadın, sonra yine sustu. 

Sustukları, görüp de görmezden geldikleri, cesaretsizlikleri, umursamadıkları, tepki vermedikleri bir gün er ya da geç karşısına çıkacaktı…

Ama insan, "Nasılsa şimdi değil!" deyip beklemeyi tercih etti…




Okumaya Devam Et

23 Şubat 2024 Cuma

İYİ VE KÖTÜ

İyi ve Kötü


Silahlanmış savaşıyorsun, kime karşı? 

Savaşta yeri olmayan kadın ve çocuğa, 

Yani güçsüze ve masuma…

Savaşıyorsun, kime karşı?

Elini, kolunu, gözünü bağladığın

Ve ardından silah doğrulttuğun erkeklere…

Kendini güçlü sanıyorsun öyle mi?

Aynı zamanda cesur ve kahraman?


İnsanoğlu…

Kimisinin yönelimi iyiye, kimisinin kötüye. 

İki tarafın da inandıkları, güç aldıkları yer farklı. 

Biri siyah biri beyaz. 

İnsan hayatı yaşarken, doğru kararlar vermek ister ve iyiyi seçmek ister. 

Hayatta bu seçimleriyle sınanırken, ömür geçer gider. 


Doğru tercih yapabilmek için renkleri doğru ayrıştırmak gerekir. 

Yani bir şey ya doğrudur ya yanlış. Ya gerçektir ya da sahte. 

Peki ya doğru görünen yanlışlar? 

Yani mazlumu oynayan zalim veya beyaz gibi görünen siyah… 

Yoksa başka türlü kim kanar ki kötüye? 


İnsan kandırıldı, yaradılıştan beri bu onun sınavıydı. 

Sonsuz cennet için yemedi mi o meyveyi? 

Kimse kaza yapacağını bilerek alkollü araba kullanmadı ki. 

Kimse bağımlı olacağını bilerek ilk sigarasını yakmadı. 

Kimse haksız olduğunu bile bile birini öldürmedi. 

Birini öldürmek! Sahi bu ne zaman bu kadar normalleşti?

Yıl iki bin yirmi dört. Refah, yıllar ilerledikçe artmıyor muydu? 


Güçlü güçsüze silah doğrulttu, 

Gerçek bir sebep dahi yokken bir ülke ortadan kaldırılmak istendi, 

Elinde silah olmayan, daha hayatlarında silah görmemiş!

Hayır hayır! daha hayata yeni gözlerini açmış çocuklar öldürüldü! 

Bunu yapan insanlar güçleriyle övündü. 

Ve dünyada savaş varken pek çoğu gönlü rahat uyudu. 

İrdeleyen, vicdan sahibi olan insanlar hariç, pek çoğu... 


Çok güçlü bir ülke dendi, 

Güçlerini mazlumların üzerinde kullanan korkaklara, 

Çok gerçekçi bir neden olarak gösterildi toprak, insanların soylarını kurutmaya. 

Bu kadar büyük yanlışlar insanlara nasıl açıklanacaktı ki başka? 

İşte en kötüsüydü; iyi gibi görünen kötü, kötü gibi görünen iyi!

Ama insan irdelemedikçe ne yazık ki kaybediyor bu gerçeği. 

Yıl iki bin yirmi dört ama ilerleyen ne insanlık ne de refah!






Okumaya Devam Et

22 Şubat 2024 Perşembe

"AZ"IN BEREKETİ

                           

Azın Bereketi
                                                             

Okulun duvarlarına şöyle bir göz gezdirdi. Okulda geçirdiği zamanlar geldi aklına. Arkadaşlarıyla bahçesinde koşturduğu, çok sevdiği öğretmenini hayranlıkla dinlediği günler... Şimdi aynı okulda, ailesiyle birlikte sığınmacı olarak kalıyorlardı. Okulun koridorunun bir köşesinde dört kardeşi ve annesiyle birlikteydi Meryem. O şen kahkahaların atıldığı oyunların oynandığı okul, şimdi uzuvlarını veya annesini, babasını, evladını kaybetmiş insanlara yuva olmuştu. Okul keyifsiz, duvarlar soğuk, elektrikler yok, yemekleri de çok az geliyordu. Eskiden yemek beğenmediği günleri hatırladı. En son yemeğini bir gün önce yemişti Meryem. Çok açlık hissetmiyordu.

Meryem ve ailesi için yaşadıkları bu zorluklar sorun değildi. Annesi babasının getirdiği bulgurdan pilav yapar etrafındaki herkese dağıtır ve bir tencere pilavdan bir sürü insan doyardı. Akşamları kardeşler birbirlerine sarılarak uyurlar, eski günlerindeki oyunları anlatırlardı. Birbirlerine sarılarak uyumak, onların ısınmasına da sebep olurdu. Bomba seslerinden korktuklarında birbirlerinden güç alırlardı. Meryem’in babası hastanede çalışıyor, eve üç dört günde bir gelebiliyordu. Her geldiğinde de bir miktar erzak getiriyor, annesi de onu etrafındaki insanlara yemek yapıp dağıtıyordu. “Bugünlerimizde birbirimize yardım etmeyeceğiz de ne zaman edeceğiz?” diyorlardı. Yine gecenin karanlığında, uzak mahallelerden bomba patlamalarını gördü Meryem. Derin bir iç geçirdi. Onlar da evlerini, babaannesini, dedesini bir bombalama sırasında kaybetmişlerdi. O zaman yaşadıkları sıkıntıyı düşündü ve “Aynı şeyleri yine birileri yaşıyor.” dedi. “Şu anda yine birilerinin annesi, babası, çocuğu, kardeşi ölüyor. Belki de bir uzvunu kaybedecek ve hayatta bu şekilde yaşayacak.” diye geçirdi. Onlara dua etti, kardeşlerine sarılıp uyumaya devam etti Meryem.

Birkaç gün sonra babası kucağında bir çocukla geldi. Dokuz on yaşlarında bir çocuğu içeriye getirdi ve yatağa yatırdı. "Artık Ahmet bizim ailenin bir ferdi... Bundan sonra bizimle birlikte kalacak."  dedi. Birkaç gün önce bir hava saldırısında bütün ailesini kaybetmişti Ahmet. Aynı zamanda iki ayağını da kesmişlerdi.  Meryem’in babası, hastanede yer olmadığı için yanlarına getirmişti ve onunla ilgilenmelerini istedi. Hepsi çok sevindiler, “ALLAH, Ahmet için bizi seçti diye düşündüler. Onun için ne yapabilirlerdi?

Meryem’in babası Ahmet’e bir tekerlekli sandalye getirdi. Kardeşlerinden hepsinin birer görevi vardı. Kimisi onu bahçede gezdiriyor, kimi mutlu olması için ona eski günlerdeki oyunlardan oynuyor. Annesi de ona güzel güzel yemekler yapıyordu. Evimiz dedikleri okulun havası değişti Ahmet’le birlikte. Tatlı bir meşguliyetleri vardı ve onun yürüyemeyen ayakları, olmayan ailesi olmaya çalışıyorlardı. Babası yine bir şeyler getiriyor; annesi yine onlara güzel yemekler yapıyor, bu sefer daha çok kişiye yemek dağıtıyorlardı. Eski günlerine döndüklerini hissettiler. Birbirlerine güzel anıları anlatıp Ahmet’i güldürmeye çalışıyorlardı. Eskiden olduğu gibi şen kahkahaları atmaya devam ediyorlardı. Bir anda o kasvetli okul, Ahmet’le birlikte, bir gül bahçesine dönüşmüştü. Aynen İbrahim’in ateş çemberinin gül bahçesine dönmesi gibi...

Az bir yemekle doydukları, uzun süre acıkmadıkları gibi sayıca az olarak kalmalarına rağmen onlar çok güçlüydüler. ALLAH’a teslim olmuş kişiler azdı ve azın bereketi vardı. Bunu yemeklerde, rızık kazanmada görüyor ve şahit oluyorlardı. Savaşta ve zulümde de az insanların, çok kalabalıklara galip geleceğine inanıyorlardı artık...

“Bizim evlerimiz yok ama kalplerimiz çok sağlam. Bir gün o yıkılan kalpleri ve binaları onaracağız. Tıpkı Ahmet’in kırılan kalbini onardığımız gibi...” diye geçirdi Meryem içinden...





Okumaya Devam Et

16 Şubat 2024 Cuma

SESİMİ DUYAN YOK MU?

Sesimi Duyan Yok mu?

Yemyeşil yapraklar sararmış, yaz yerini çoktan sonbahara bırakmıştı. Hasan yazın hiç olmadığı kadar arkadaşlarıyla oynamış, hiç eve girmek istememişti. Okumayı çok sever, boş kaldıkça bilmeyenlere de okumayı öğretirdi. Annesi yemek hazır olunca seslenir, arkadaşlarını da alır, evin yolunu tutardı. Kıt kanaat geçinirler ama eve geleni hiç boş göndermezlerdi. İki odalı, eşyaları tam olmasa da sevgileriyle tamamladıkları kendi halinde bir evleri vardı. Ve onlar bu durumdan hiç şikâyet etmezlerdi.

Hasan’ın iki de kardeşi vardı. Babası, gece herkes uyurken yollara düşer, fırında çalışmaya giderdi. Annesi ev işlerini bitirir kalan vakitte el işi yaparak geçimlerine destek olmaya çalışırdı. İmkanları az olsa da hayattan keyif almayı bilen, şükreden bir aileydi. Hasan’ın bir kardeşi yürüyemiyordu ve bir yere gitmek istediklerinde babası onu hep sırtında taşıyordu. Fırın ise evlerinden oldukça uzak olduğu için babası her gün uzunca yol kat ediyordu. Bu yüzden Hasan hep ‘Baba büyüyünce sana bir araba alacağım’ derdi. 

O Cuma günü annesi en sevdikleri yemekleri yapmış, sohbetler ederek günü tamamlamışlardı. Ertesi gün babasının fırında mesaiye kalacağını öğrenince biraz canları sıkılmıştı. Evlatlarına sıkıca sarılıp onlarla vedalaşan babaları sessiz sokaklarda sabah aymadan yola koyulmuştu. 

Hasan kardeşlerinin elini tutarak uyuyakalmıştı. Annesi birden yanına gelip içinde garip bir his olduğunu söyledi. Tabi Hasan rahat edemedi, kalkıp kapının önüne çıktı. Sanki bir şeyi bekler gibi gökyüzüne baktı, gri bulutlarla kaplı olduğunu görünce içi bir garip oldu. Biraz kapıda durup içeri geçti kapıyı kapattı, birkaç dakika sonra büyük bir ses yankılandı ve her yer toz duman oldu.  Pencereden baktıklarında anlam veremeyip, görüntüler karşısında şaşırıp kalmışlardı. İnsanlar bir yerlere koşturuyor, ambulans sesleri hiç olmadığı kadar çıkıyor, çocuklar ağlıyordu. Daha dün kapının önünde oynadığı arkadaşları sedye ile götürülüyor, anneler dualar ediyordu. 

Hasan koşarak dışarı fırladı. O an olayın ne olduğunu anlamasa da herkesin yarasına merhem olmaya çalışıyordu. Bir yandan su taşıyor bir yandan doktor arıyor, bir yandan babasını düşünüyordu. Annesi kardeşlerini güvenli bir yere bıraktı. Var gücüyle dışarıda ağlayan çocukları, atak geçiren yaşlıları sakinleştirmeye çalışıyordu. Herkes gözyaşını sessizce döküyor ama yardım etmeyi bırakmıyordu. Bir şey yapamayan dua ediyordu. Hiç tanımadıkları değişik üniformalı askerlerin sokaklarda gezdiklerini gördüler. Askerler bu birlik ve bütünlüğe şaşkınlıkla bakıyorlardı. Nasıl böylesine karışık bir günde böyle bir iş bölümü yapılmıştı?  Nasıl bunca sıkıntıya rağmen kavga eden birbirini inciten birileri olmuyordu? Üstelik askerlerden de korkup kaçmıyorlardı…

Hasan hem her yana koşturuyor, hem ‘sesimi duyan yok mu’ diye bağırıyordu. Daha çok kişiye ulaşmak,  ihtiyaç görmek istiyordu. Babalarından o günden sonra haber alınamadı…

Öyle bir dünün sabahı nasıl bugüne ulaşmıştı?

Hasan gördüğü askere kafa tutuyor, nasıl böylesine duyduklarına sağır gördüklerine kör olduklarını anlamaya çalışıyordu. Sonra bir askerin gözünün içine baktı ve tekrarladı:   ‘Sesimi duyan yok mu?’

Nasıl böylesine görüntüde bir insan sessiz kalabilirdi?

Nasıl bir zulüm film gibi izlenebilirdi?

İnsan nasıl aynı gökyüzü altında şahit olduklarına yabancılaşabilirdi?

Sonra şunu düşündü; ‘Güç insanı zalimleştirir.’

Peki güç gerçekten kimdeydi?

Yaraları sarmak için pervane olan oradaki insanlarda mı? Donuk yüzleriyle kalbi kaskatı kesilenlerde mi? 

Peki kahraman gerçekten kimdi?

Tüm samimiyeti ve merhametiyle kardeşinin elini tutan mı?

Atılan mermilere göğsünü geren ve kime teslim olduğunu gayet iyi bilen mi? 

Yoksa okullara, hastanelere bombalar koyarak masumları öldürmeye çalışan, acizleşenler mi?

İşte o zaman Hasan şunu dedi ‘Sesimi duyan belli…’


***

Sesini duyurmaya çalışanlara ses olabilenlerden olmak duasıyla...





Okumaya Devam Et

15 Şubat 2024 Perşembe

İYİLERLE AYNI SAFTA OLMAK

 

İyilerle Aynı Safta Olmak


Geceden bütün hazırlığını yapmıştı Burcu. Giyeceklerini, çantasını, gerekli olabilecek her şeyi tekrar tekrar kontrol etti ve tabi günlerdir uğraştıkları pankartları da… Masumlar için, anneleri için, babaları için ses olmaya gideceklerdi. İyilerle aynı safta buluşacaklardı…

Her şey tamam gözüküyordu. İçinde doğru bir şeyler yapacak olmanın verdiği heyecan vardı. Uyumakta zorlandı. Mutfağa gidip bir bardak su içmek istedi. Tam elini uzatmışken kayıverdi bardak. “Ah ne sakarım!" diye söylendi, kırılan camları toplarken. Sesi duyan köpeği Barni koşarak yanına geldi. Burcu’yu yerde eğilmiş görünce hemen gidip baktı. Adeta bir insan gibi yardım etmeye çalıştı. “Benim tatlı Barni’m. Merak etme iyiyim ben.” derken sarıldı ona. Hayvanlara karşı yüreğinde büyük bir sevgi, merhamet hissediyordu. Kendini anlatamıyor, konuşamıyor diye hayvanlara zulmedenlere karşı durmak, kendini iyi hissettiriyordu. Hayatını hayvanları korumaya, doyurmaya, haklarını savunmaya adamıştı.

İnsanın bu hayatta bir amacı olmalıydı. Burcu’nun da niyeti, düşüncesi, bilinci hep o amaç yönündeydi. Sosyal medyasında yaralı hayvanları paylaşıp onlar için yardım topluyordu. Sokak hayvanları için bağış topluyor ve hafta sonları onları doyurmak için mahalle mahalle geziyordu. İnsan bir amaç uğruna yaptığı işlerde yorulmaz. Ama etrafındakiler bir türlü bunu anlamıyordu. Ona hiç zor gelmiyordu tüm bunlar.

Burcu günlerini böyle geçirirken, bir gün haberlerde küçücük masumların hastanelerde korkudan titrediklerini görmüştü. Babaların ellerinde beyaz kumaşlara sarılmış bedenler vardı. O masumların, annelerinin gözü önünde öldürüldüğünü ve o annelerin gözbebeklerinde hüzün varken dudaklarından isyan değil şükür çıktığını gördü. İnsanın nasıl da sessizce çığlık atabileceğini anladı. Burcu bunu on beş saniyelik bir haber videosunda görmüş, anlamıştı. Peki ya dünya?

Sahi görenlerle görmeyenler hepsi aynı mıydı bu dünyada?


O haberi izleyip de teğet geçen kaç göz vardı aynı anda?


“Sıkıldık artık bunları görmekten, içim şişti!” diyen kaç ağız vardı?


O sessiz çığlık sadece duyabilenleri ayağa kaldırdı. Burcu’nun artık bu dünyada bir amacı daha vardı: gerçeğe hizmet etmek... Belki aynı dil, aynı ırk, aynı renkte değillerdi ama aynı safta birleşmişlerdi. Dünyanın farklı yerlerinden, farklı dinlerden insanlar aynı anda ayağa kalkmışlardı. İnsanın içinde küçücük bir merhamet kırıntısı olması yeterli değil miydi tüm bunlara ses çıkarmak için? Merhamet insana verilmiş yüce bir duyguydu.


Peki, insan onu nerede ve kime karşı kullanıyordu?  


Kim olduğunun, nereden olduğunun bir önemi var mıydı ölen küçücük bir masumsa?


"Bunu görebilen güzel gönüllerle, şimdi onların sesi olma zamanı. O sessiz çığlıkları kelimeye dökmek için yazmaya, konuşmaya, anlatmaya başlama zamanı. Kötüye karşı birlik olma zamanı.'' diyerek harekete geçti Burcu. Çünkü biliyordu ki bu hayatta iyiler ve kötüler vardı. Tarafını belli etmediğin sürece hep arada kalansın. Artık insanın net olduğunda gözünün gördüğünün, kulağının duyduğunun başka olduğunu biliyordu. O yüzden yüreğindeki merhamet duygusunu doğru yerde kullanmayı seçti. Artık tek isteği iyilerle aynı safta olmaktı.

 






Okumaya Devam Et

11 Şubat 2024 Pazar

ÇIĞLIĞI TEBESSÜM


 

Çığlığı Tebessüm


İnsan!
Sınırı aştığında nasıl da aşağıların aşağısına inen,
İnsan!
Haddini bilemeyen.
Kendinden olmayana karşı, kelimelerini nasıl da müsrifçe kullanan,
Cezası geciktikçe azmaktan geri dur-a-mayan.
 
Dediler ki; “Onlar insan değil hayvan!”
Sahi kimdi bu yakıştırmaya maruz kalan?
 
Kimdi?
Başından aşağıya bombalar yağan...
Kimdi?
Evinin yıkıntısını kendisine barınak yapan…
Kimdi?
Tüm ailesi bir anda yok olan ve sükûnetini koruyan…
Enkazda kalmış hayvanını kurtaran ve eminliğini koruyan…
Bulabildikleri bir tas yemeği, kuşlarla paylaşan ve tebessümünü koruyan…
 
Hiç bir olur muydu yıkan ile yapan?
Öfkeli ile huzurda olan bir olur muydu?
Hiç öfkeli olan, yapan,
Huzurda olan, yıkan olur muydu?
Hiç kötülükte haddi aşan, iyilerden,
İyilikte haddi aşan, kötülerden olur muydu?
 
Hiç zora düştüğünde ve sıkıştığında sayıp sövenin ahvali ile
ALLAH’ı vekil kılanın ahvali bir olur muydu?
 
Kimdi o? Evlere bomba atıp doğum günü kutlayan adam...
Kimdi o? Ailesi kalmayan, tebessümü yüzünde şükreden adam...
 
İnsan,
İpi uzadıkça dur-a-mayan.
İpini koparıp, önü alınamayan.
Sınırı aştıkça aşan, aşağıların aşağısını kollarıyla kucaklayan…
 
Ey tebessümüyle çığlık atan! 
Ey bizleri uyandıran, silkeleyip kıyama kaldıran!
Ey özleri birleştirmeye vesile kılınan!
Ey Filistin halkı! 
Zafere ulaşacak olan...







Okumaya Devam Et

10 Şubat 2024 Cumartesi

MASUMLAR İÇİN...

Masumlar için


Tüm insanlar tüm zamanlarda,

Bir şeyler için koşmuşlar, uğraşmışlar, yorulmuşlar.

Bir şeyler için koşuyorlar, uğraşıyorlar, yoruluyorlar.

 

Herkesin hayalleri, üzüntüleri, mutlulukları var.

İstekleri, sevdikleri, yaşadıkları, yaşayamadıkları var.

 

Eline bir diken batan da ağlıyor,

Bombalar şehrini yıkarken, kimsesi kalmayan da…

 

Kendisine son model telefon hediye edilen de mutlu,

Şehrinde dört gün ateşkes yapılınca "bugün hava çok güzel" diyen de…

 

Kimi çocukların tatlı hayalleri var "bin tane arabam olsun" diyor,

Kimi çocukların da yaralayan ümitleri var "bu savaş dursun" diyor…

 

Kimi anneler, "tatilde çocukları nereye götürsem?" diye plan yapıyor,

Kimi anneler, çocuklarının kollarına isimlerini yazıyor, 

"ölünce kim olduğunu bulamazlar yoksa"diyor…


“Şimdi adalet bunun neresinde?” diyorsan,

Kaygılanma adalet var.

Sen adaletin neresindesin?

 

Kimi insanlar var, 

Adalet kelimesinin içini boşaltıp zulümle doldurmaya çalışıyor tıka basa…

Kimi insanlar var adaletten yana; 

Bir yetimi sahiplenmiş gibi sımsıkı sarılıyor ona…

Sen hangi taraftasın? Asıl mesele o ya…

 

Elbet bir yerlerde üzülecek, kaygılanacak insan...

Mesela pek çok insan zulme seyirci oldu… 

Kaygısını insanlığa değil, kendi çıkarlarına koydu…

Peki onlar seyre dalmışken, sen neyin kaygısındasın?

Ne yapıyorsun ve yaptığını ne için yapıyorsun?

 

Şu dünyada, bağıran zulüm gören için bağırsa,

Savaşan mazlum için savaşsa,

Konuşan susturulanın sesi olsa…

O zaman masumlar için yaşanır olmaz mıydı dünya?










Okumaya Devam Et