29 Nisan 2025 Salı

KARPUZ FiLMi

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Öyle Filmler vardır ki ne sahneleri ne oyuncusu ne de yönetmeni unutulur…

Tıpkı Karpuz Filmindeki gibi…

Bir filmin öyküsü belirli bir süre vizyona girer izleyicisi ile buluşur ve sonra vizyondan kalkar, beğenenleri, eleştirenleri, sevenleri, sevmeyenleri olur…

“Karpuz Filminin” öykünün başlaması, vizyona girişi seyircisi de çok farklıydı öyle ki ilk kez ama gerçekten ilk kez bir film tüm Dünya tarafından izlenildi…

Kimileri izlerken kalpleri parçalanıp göz yaşlarına boğuldu ama kimisi daha en başından izlemeyi reddetti ve elindeki biletini yaktı…

Ama öyle ya da böyle Karpuz Filmi tüm Dünya tarafından izlenildi…

Dediler ki her film gibi bu da elbette bir süre izlenir sonra vizyondan kalkar …

Ama Karpuz Filmi kalkmadı…

Hem hayatın içinden hem çok uzak bir yaşamdan bir sahne…

Hani derler ya “hayat bir sahne” diye ve tüm dünyanın insanları da oyuncusu, dekoru, figüranları ile herkesin aynı zamanda farklı mekanlarda farklı rollerde oynadığı bir sahne …

Kimisinin çok çabaladığı, kimisinin çok başarılı olduğu, kimisinin başarısız olduğu, bazıları hala ne olduğunu hiç anlayamadı ve bazılarının da anlamak istemediği “doğum ve ölüm” arası sergilenen bir sahne…

Tıpkı Karpuz Filmindeki gibi…

Kimisi yönetmenlik yapar, kimisi başrolü kaparken kimisi yan rolleri oynar ve kimisi sadece gelip geçen sahnelerde kalabalığı oynar…

Ama herkesin öyle ya da böyle bir rolü vardır…

Tıpkı Karpuz Filmindeki gibi…

Öyle oyunculuk sergileyenler var ki nerdeyse herkes onların isimlerini bilir…

Heyecanla kırmızı halılarda ışıklar altında özel elbiselerle geçişleri beklenir…

O büyük ödül gecelerinde “en iyi” ödülü kim alacak? 

Hangi film, hangi sahne, hangi oyuncu alacak?

Herkesin iyi kötü bir tahmini vardır…

Öyle sahneler vardır ki kimse bunu gerçeğinden ayırt edemez…

Oyuncunun gerçeğin ta kendisini yaşayıp yaşatıp canlandırdığı…

Dublörsüz kimse böyle bir performansı bu kadar iyi sergileyemez denildiği…

Ve dünya çapında milyonlarca kez izlenme rekoru kıran vizyondan kalkamayan günbegün seyircisi artan bir öykü…

Tıpkı Karpuz Filmindeki gibi

Günlerce gecelerce tekrar tekrar çekilen, “kestik” “başa al” “tekrar-çekim” …

Gecesi gündüzüne karışmış ama sanki 8 saat sıcacık yatağından çıkmışçasına ortaya konulan bir başarı performansı…

Kimi sahnelerde izleyenlerin nefesinin kesildiği, kimisini heyecanlandıran, çoğunda “Bu olamaz!” dedirten bir başarı performansı…

Zordur aslında başrolü oynayabilmek…

O başarının o sahnenin hakkını verebilmek…

O oyunu yönetebilmek, bu oyuncularla çok iyi çalışıyorum diyen yönetmen veya bu yönetmenle çok iyi başarıya ulaşabiliyorum diyen oyuncuları bir araya getirebilmek…

Tüm sahnelerini anlamış repliklerini bilen, yönetmeni ile bağını kurabilmiş, bir olabilmişler…

Tıpkı Karpuz Filmindeki gibi…

Deneyimsel Tasarım Öğretisi


İzleyici için aslında toplamda sadece yüz yirmi dakikalık bir sahne…

Ama esas başarı o yüz yirmi dakika izlenecek olana hazırlığı en doğru biçimde yapabilmek…

Aslında yıllar süren bir emek, daha senaryoyu düşünmeye başladığı anda şekillenen…

Yazmaya başlayarak ortaya çıkan, niyetle tazelenen, hayatı buna göre şekillenen, sadece daha iyisini ortaya koyabilmek için metni tekrar tekrar çalışan, çok iyi bir işi başarmak için yıllar süren emek…

Bedelini ödemeye çok önce razı gelinen ve ödenmeye başlanılan…

Ve yalnızca yüz yirmi dakikası sergilenen…

Seyircinin önünde milyonlarca beğeniler alanlar…

Sahneleri akıllara, hafızalara kazınanlar…

Elbette büyük ödülü hak edenler olurlar…

Elbette kırmızı halıda gururla yürürler…

Ödülü kimin alacağı çok konuşulmuş olsa da aslında ödülü kimin alacağı oyuncuların ayakta aldıkları alkışlarla zaten belliydi…

Onlar rollerinin hakkını verenlerdi…

Gecesini gündüzüne katmış, tüm zevklerinden vazgeçmiş olanlar, bu zorluğun bedelinden kaçmayanlar…

Tüm benliği ile sadece o sahneye hazırlananlar…

Ve şikâyet etmeyenler…

Tüm ödülleri hakkıyla hak edenler…

Tıpkı Karpuz Filmindeki gibi 

Öyle bir başarı ortaya koydular ki; iyi bir sahnenin hakkını vermek isteyenler bu aktörleri aktrisleri örnek aldılar...

O kadar başarılı bir sahne ki herkes bu kadar iyi oynamak istedi… 

Kimileri henüz amatör, kimisi yoğun bir çalışma çabasında, kimisi çılgınca eylemlerle yol alıyor…

Bir karpuzun çekirdeklerinin toprağa serpildiği gibi, önce çekirdekler toprakla bütünleşecek ve sonra yavaş yavaş filizlenecek ve bir gün güzel bir karpuz tarlası olacak…

Ancak toprağın da “İyi” olması gerekiyor, taşı olmayacak, kurak çorak olmayacak, sürülebilir, ekilebilir iyi yumuşak bir toprak olmalı…

Hem o toprağa o bedeli ödeyebilmeli, hem iyi olmanın bedeline razı gelebilmeli…

“Ve son” denilmeden sahnede iyi bir başrolü alabilmeli…

Sonu asla tahmin edilemeyen bir başarının öyküsü…

Tıpkı Karpuz Filmindeki gibi…





Okumaya Devam Et

26 Nisan 2025 Cumartesi

İNSANLIK UYUYORDU

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Sema kızı ve oğluyla oyunlar oynayıp eğlenmeyi çok seviyordu, onların mutluluğunu görmek bambaşkaydı. Nasıl da güzeldi çocuklar… Çocukların masumluğunu görmek çok iyi geliyordu ona. Yetişkinlerin bozulan dünyasında, çocukların dünyası sığınılacak liman gibiydi.  O limana sığınınca derin bir nefes alıp rahatlatan, bunca karmaşadan uzaklaştıran bir liman…

O gün marketten birlikte aldıkları kutu oyununu oynayıp keyifli vakit geçirmişlerdi çocuklarıyla. Ailecek birlikte vakit geçirmek, birlikte yaptıkları şeyler çok mutlu ediyordu onları. Aile olmak ne güzeldi… Çoğu zaman sabah erken kalkıp kek yapar, çocukların evi saran mis gibi kek kokusuyla uyanması çok hoşuna giderdi. Bunu düşünmek bile huzur veriyordu Semaya. Çoğu zaman evine bakıp şükrederken buluyordu kendini.  Huzur veren bir ev, çocuklar, aile olmanın güzelliği… İçinden bunlar geçerken, yüzünde tebessüm belirmişti kendiliğinden. Çocukları yatağına yatırdı, güzel yanaklarını öptü. Etrafı toparlayıp yanlarına geldiğinde çocuklar çoktan uyumuştu bile. Uyurken sessizce onları izlemek çok hoşuna gidiyordu. O uyku anında masumiyet her yeri kaplıyordu Sema için, onları sessizce izlerken huzur doluyordu içine, baktıkça bakmak istiyor o huzur bitmesin istiyordu.

Ama artık çocuklarını izlerken hissettiği o huzur geride kalmıştı. Çocuklarını uyurken izliyor ancak bambaşka düşüncelere dalıyordu, yüreği sıkışıyordu. Yaşanan zulüm bitmiyordu. Çocuklar öldürülüyor, hastaneler bombalanıyor, evler yıkılıyor, aileler paramparça ediliyor, türlü türlü işkenceler yapılıyordu. Ve insanlık uyuyordu… Sanki bu zulüm hiç yaşanmıyormuşçasına insanlar hayatlarına devam ediyordu.

Alış veriş merkezleri insanlarla dolu alış verişler yapılıyordu, kafeler keyifle içeceklerini yudumlayan sohbet eden insanlarla doluydu… İnsanların büyük bir çoğunluğu hiçbir şey olmamışçasına yaşamaya devam ediyordu. Sema derin bir iç geçirdi, çok uzağa gitmeye de gerek yoktu, yakın çevresindekiler de maalesef bu konuda duyarlı değildi. Kimi bu yaşananları Arapların meselesi olarak görüyor, kimi onların Müslümanlığına laf ediyor, kimi geçmişten alakasız örnekler veriyor, bir dolu gereksiz yere takılıp bu meseleyi görmezden gelmeyi tercih ediyorlardı. Bunları görmekte çok acıydı, insanlığın bu noktaya gelmesine şahit olmak çok acıydı… Asıl mesele insanlara zulüm edilmesi olmalıydı. Masum çocukların öldürülüyor olması, hastanelerin bombalanması, yapılan işkenceler olmalıydı. Dil, din, ırk fark etmeden önemli olan tek şey yapılan zulüm olmalıydı. Tüm insanların tek meselesi bu olmalıydı şu an… İnsanlık ölüyordu aslında, ya da çoktan ölmüştü de yaşananlara verilen tepkiler ile yeni anlaşılıyordu.

Zihnini kaplayan bu düşüncelerle çocuklarının yanından sessizce ayrıldı, haberleri izleyen eşinin yanına geçti. Yine bombalama haberleri, yıkılan evler, perişan olan insanlar ile dolu görüntüler, her yeri kaplayan dumanlar, televizyondan odaya akan acı… Haberde esir alınan ve bırakılan insanlara ait görüntüler ekrana geldi. Serbest bırakılan esirlere ait görüntüler dayanılacak gibi değildi, adeta insanlıktan çıkarılmışlardı. Dayanmak çok zordu bu acı haberlere, zulme uğrayan insanların durumuna… Haberci bırakılan esirlerden birinin hikâyesinden bahsediyordu. Salah hayatının baharında yakışıklı bir gençti, eski ve yeni fotoğrafları yan yanaydı ekranda… Geldiği hal, uğradığı işkencelerin ne boyutta olduğunu gösteriyordu. Salah zulme uğrayan, işkencelere maruz kalan insanlardan sadece bir tanesiydi. Daha ne öyküler vardı, nice Salah’lar vardı… Bunu yapanda insandı, ama nasıl bir insan… Bunca işkence, zulüm nasıl yapılabilirdi? İnsan bu kadar kötü olmazdı…  

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Sema kafasında bir dolu düşünce kafasını yastığa koydu, içi daralıyor yüreği daralıyordu. Kısık bir sesle kendi kendine  “Şu an bizler rahat yataklarımızda, evlerimizde huzurla nasıl uyuyabilirdik ki… dedi. Gazze’ deki kadınlar, çocuklar gözünün önüne geldi, Gazze’den yükselen acı sesler her yeri kaplamıştı… Ah çocuklar, masum çocuklar… Gazze’deki çocuklarda kendi annelerinin kıymetlileriydi. O annelerin de huzurlu evleri, çocuklarına mis kokulu kek yaptıkları mutfakları vardı. O annelerde çocukları uyurken sessizce yanaklarına öpücük konduruyordu… Gazze kan ağlarken hayat hiçbir şey olmamışçasına devam edemezdi, etmemeliydi…

Yan odada sessizce uyuyan çocuklarının yanına gitti, onların masumiyetini izlemek istedi. Çocuklar uyurken sessiz olunur, ölürken değil!” diye tüm dünyaya haykırmak, herkese duyurmak istedi…





Okumaya Devam Et

24 Nisan 2025 Perşembe

EVİ YUVA YAPAN KİMDİR?

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Üzerinde kırmızı beyaz pötikare pijamasyla, televizyonda sevdiği dizinin sesi eşliğinde, salondaki yumuşacık kanepede yorgunluktan uyuyakalmıştı yine... Eşi henüz gelmemişti. Eskiden eşi nadir olarak geç gelirdi, bu aralar çok fazla geç gelmeye başlamıştı. Yoğundu herhalde. Eşini aradı, kısa konuştu: "İşim var, çok geç olmadan gelirim."

İdealist bir kadındı Meral Hanım, çok çabalamıştı iş yerinde üst mevkiye gelmek için. Şimdi de daha üst mevkiler için çabalıyordu. Bir taraftan da kariyer yapmak için uğraşıyordu çünkü artık devir eskisi gibi değildi, neredeyse herkes bir diploma sahibiydi, onun diğer çoğunluktan farkı olmalıydı. Evini, eşini ve çocuğunu çok severdi Meral Hanım ama bir kaç yıldır eskisi gibi ilgilenemiyordu onlarla yoğunluktan. İdari pozisyonda olduğundan dolayı eve geldikten sonra da telefonları geç saate kadar susmazdı. Telefon konuşmaları bitse bilgisayarın başına geçip sunum ya da ödev yetiştirmeye çalışırdı bu sefer. Eşi söylenmeye başlamıştı son zamanlarda onları ihmal ettiği için. Artık aralarında bazı tartışmalar klasik haline gelmişti:

 -Ne telefon konuşman bitiyor ne de ödevlerin. Elin adamlarıyla konuştuğun kadar benimle konuşmuyorsun artık!

-Elin adamı dediğin benim amirlerim ve çalışanlarım!

-Neyse ne! Evini ve bizi iyice ihmal etmeye başladın. Her gece şu kanepeye yığılıp kalıyorsun ölü gibi.

Ne kadar da klasik olsa tartışmaydı sonuçta, kendisinin de sesi yükselir, eşine karşı sıkı bir savunmaya geçerdi her seferinde. Meral hanım daha fazla zamana ihtiyacı olduğunda ve artık yorgunluğa dayanamaz hale geldiğinde, evine bir yardımcı tutmuştu. Yardımcı kadın sabahtan gelir evin temizliğini yapar, yemek yapar akşam giderdi. Bu şekilde rahat etmişti. Hem ev işleri aksamıyordu hem de kendi işlerine ayıracak daha fazla zamanı kalıyordu. Ama yine de yetmiyordu zaman kendisine. Yoğundu hakikaten, eee güçlü kadın olmak kolay mıydı?

Oğlunun sesine uyandı uzandığı kanepeden, kendinden geçmiş gibi bağırıyordu. Sinirlendi, tüm yorgunluğuna rağmen yerinden hızla kalktı...

-Sen yine mi oyun oynuyorsun? Sınıftaki en düşük notları sen almışsın yine hala oyun oynuyorsun. Özel ders aldıracağız mecburen. Çabuk şu ödevlerini yap sinir etme beni!

 -Yaaa tamam anne yaaa. Biraz oyun oynayayım bakarım.

-Hep aynı sözler, oyunun başından kalktığın yok. Çabuk kapat şu bilgisayarı. Haaa yarın gitar kursunla, satranç kursuna gitmemezlik etme sakın! Benim yarın sunumum var seni götüremeyeceğim, babanın da işi varmış. Sen gidersin tamam mı? Kime diyorum?

-Tamam anneeeee!

Kapının kapanma sesi geldi, eşi gelmişti.

-Hoşgeldin Cengiz.

-Hoşbulduk.

-Aç mısın?

-Hayır.

-İyi, şu sunumuma son bir kez göz atayım yatmadan önce, sabah fırsat bulamayabilirim.

-Meral, seninle bir şey konuşmak istiyorum.

Gayet ciddi bir ses tonuyla söylemişti bunu Cengiz Bey. O gece son kez karşılıklı oturup konuştular...

Meral hanım ertesi gün zar zor geldi iş yerine, adının yazdığı odaya geçti, koltuğuna yığılırcasına oturdu. Kafasının içinde sadece bir cümle dönüp duruyordu eşinin sesiyle; "Ben boşanmak istiyorum..."

Anıları bir bir gözünün önüne geliyordu Meral Hanım'ın. Bu kadar yoğun çalışmadığı zamanlarda daha mutlulardı sanki. Mesaisini bitirip evine gider, eşine ve oğluna daha fazla vakit ayırırdı. İşleri yoğunlaşıp zaman yettiremedikçe o da her seferinde ailesine harcadığı vakitten azaltırdı. Meral Hanım'ın gözü masasındaki kendi adının yazdığı şık isimliğe takılı kaldı, anlamıştı...

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Kadın, evini yuva yapandır. Kadın, tıpkı kendisi gibi evini de daha estetik, daha güzel, daha temiz yapmaya erkekten daha yatkındır.

Güç nedir?

Kadınsı ve erkeksi güç nedir?

Güçlü kadın kimdir?

Evi yuva yapan kimdir?

Bu soruların ve daha fazlasının cevabı için Deneyimsel Tasarım Öğretisi…





Okumaya Devam Et

22 Nisan 2025 Salı

AVEC QUI ES-TU ?

AVEC QUI ES TU

En ces jours, 

Où le mal est montré comme le bien,

Où la cruauté brûle tout un par un,

Où les comptes seront bientôt rendus,

Où l’arrogance nous entoure tant,

Avec qui es-tu?

En ces jours,

Où la plume est silencieuse,

Où le temps s'est arrêté,

Où l'humain oublie désespérément son prochain,

Où ce tyran qui paraît fort a peur à tout moment, 

Avec qui es-tu?

Quand il est clairement temps de s'arrêter,

Quand l’être humain peut être un partisan du blanc, pas du noir,

Quand ceux qui avancent sans craindre la réprimande des réprimeurs,

Veux-tu être celui voyant la vérité ou celui fermant les yeux sur la vérité sur cette question?

Avec qui es-tu? 

AVEC QUI ES TU

L’être humain sous-estime souvent les choses simples,

Quand il est interpellé, il répond que puis-je faire tout seul? 

Or, de goutte à goutte, la goutte, érode l'endroit où elle se trouve au fil du temps,

Les gouttes s'unissent et brisent les obstacles,

Avec qui es-tu?

Si ce n’est pas maintenant, alors quand?

Tu abandonnes alors que ce qui reste est facile,

Sois de l'eau, et non du feu, une seule goutte suffit,

Penses-y, maintenant, qu'est-ce qui te convient le plus?




Okumaya Devam Et

19 Nisan 2025 Cumartesi

MAYACIK

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Ayten, bundan iki yıl önce ekmek yapma işine bir arkadaşının tavsiyesi ile başlamıştı. Nereden bilebilirdi ki ekmekle beraber hayatına giren mayanın onu toparlanacağını, yetiştireceğini…Bu yaşına kadar büyümüş ama yetişmemişti. Kendini şimdi daha da iyi tanımıştı…

Elinde hamuru yoğururken ilk zamanlardaki acemiliği aklına geldi. Ekmek yapımı için önce mayasını tedarik etmişti; ne olduğunu bile tam olarak bilmeden. Maya meğerse işin özüymüş, başlangıç noktasıymış. Mayaymış unu hamur eden…Küçük bir kavanoz da mayası eline ulaştığında anlamamıştı ne ile tanıştığını. Maya işte dedi. Ona göre görevi sadece ekmeği kabartmaktı. Basit gördüğü mayacığın ona neler neler öğreteceğinin henüz farkında bile değildi.

Mayanın da tıpkı insan gibi ilgi beklediğini sonradan anladı. Aynı vücudumuzdaki hücreler gibiydi. İçinde milyonlarca canlı vardı. O canlılar görevlerini yerine getiriyorlardı. Tıpkı insanın içindeki organlar gibi… Mayanın yaşamasının da şartları vardı. Isı, ışık, zaman, sabır, kullandığın un, uyguladığın teknik, hatta içine kattığın suyun bile şartları, ölçüleri vardı. Kıvamı bozduğun da maya da bozuluyordu. Maya bozulunca da un istediği gibi hamur olmuyordu. Hamur olmayınca ekmek de yapamıyordu. Ekmek yapamayınca siparişleri de etkileniyordu, satışlar düşüyordu. Satamayınca da para kazanamıyordu, ihtiyaçlarını tedarik edemiyordu. Her şey her şeyle alakalı idi.

“Ah güzel mayacık ne kadar da önemlisin. Ufacık, tefeciksin ama benim toparlanmamın sebebisin.” diye adını Sevgi koyduğu maya kavanozunu eline aldı. Tebessüm ederek onunla konuşmaya başladı. "Ne kadar da benzer noktalarımız var seninle.” 

İnsan da maya gibiydi. Fazla ya da az yemek yerse kendine zarar veriyor, fazla uyusa sersemliyor, az uyusa konsantre sorunu yaşıyordu. Hareket etmese sağlığı etkileniyordu.  Vücudunda sisteme aykırı davrandığı her ne varsa bozuluyordu. Aynı şey insanın yaşantısı ve ilişkileri içinde geçerliydi. Çok konuşunca geveze, az konuşunca içe dönük, çok para harcayınca müsrif, hiç harcamayınca cimri deniliyordu. Çok ilgi gösterdiği kişiler şımarıyor. İlgi göstermedikleri hayatından çekip gidiyordu. Çiçeğe bile su fazla su verince küfleniyor, az su verince kuruyordu. Bir taraftan mayasına bakıyor, diğer taraftan da ne kadar yol kat ettiğini düşünüyordu. Evet onun yolculuğu, hayatını toparlaması maya ile başlamıştı. Maya ve ekmek ona sabrı öğretmişti.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

İnsan kıvamı tutturduğunda kendisine de çevresine de fayda veriyordu. Kıvamı kaçırdığı her yerde ise sorun yaşıyordu. İşte bunları ona adını Sevgi koyduğu küçücük mayacığı öğretmişti. Mayasını çok iyi tanımış, ihtiyaçlarını karşılamış, kıvamı korumuş ve onunla bağ kurmuştu. 

Bir mayayı gözlemleyerek de insan toparlanabiliyormuş meğerse. Tüm yaratılmışların birbirine benzer ve detayda da farklılıkları varmış. Şaka gibi geliyor insana ama bu gerçeğin ta kendisiymiş. İnsan denen varlık, dünyada ki her şeyle benzermiş ama farklıymış. Görebilen göze ise her şey aşikarmış. 

 


Okumaya Devam Et

17 Nisan 2025 Perşembe

BİTMEYEN ZULÜM…

Deneyimsel Tasarım Öğretisi




Bir yıl altı ay oldu artarak devam eden zulüm,

Yetmedi rahatımızı bozmaya…

Sanki onlar yokmuşçasına yaşayıp yok sayıyoruz, görmüyoruz onları. Sırtımızı dönüyoruz.

Neden?

Neden çocuklar öldürülürken susuyoruz?

Torununa sarılıp ruhumun ruhu diyen sakallı dedeyi hepimiz izlemedik mi?

Ölen annesine sarılıp o benim annem ben onu saçlarından tanırım diyen küçük kız çocuğunu görmedik mi?

Vicdanımızın sızlaması için daha hangi görüntüye ihtiyacımız var ya da hangi görüntü yetmedi bizi harekete geçirmeye?

Şehit olan kızını kucağına alıp "Onu buzdolabına götüreceğim!" diyen anne de mi yetmedi?

Çocuklarının parçalarını poşette taşıyıp bağıran adam?

Ayakları koptuktan sonra “Amcacığım ayaklarım geri çıkar mı?” diyen çocuk?

Kafası kopan çocuğu kaldırıp “Bunun ne suçu var?” diyen amca?

Her yerde çocuklarını arayıp onlara seslenen "Yemek yiyemeden öldüler." diyen anne?

Sırtında okul çantası, içinde küçük kardeşinin cesedini taşıyan çocuk?

“Oğlum beyaz tenlidir, başını orada burada hiç görmediniz mi?” diyen baba?

Hangisi vicdanımıza sızlatmaya yetmiyor?

Hangisi elimizden geleni yapmak için bizi harekete geçirmiyor?

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Rahatımızın bize tuzak olduğunu hala neden anlamadık?

Bebek avına çıktık diyen asker de mi bizi öfkelendirmiyor?

Hamile bir kadın öldürüldüğünde bir taşla iki kuş deyip sevinmeleri de mi bize niyetlerini anlatmıyor?

Düşman niyetini açık etti, karşısında inananları görmedikçe daha da azgınlaşıyor...

Hayal dahi edemediğimiz bu görüntüleri şimdi tüm dünya canlı izliyor...

Dünyadakiler dünyadan vazgeçemiyor. 

Peki inananlardaki bu sessizlik neden?

Yoksa Rabbimizin dediği gibi “Ahiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldular?”

 




Okumaya Devam Et

15 Nisan 2025 Salı

KALABALIK

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Kalabalık...

Her yer çok kalabalık...

Evler, okullar, hastahaneler, mağazalar, sokaklar, caddeler, kafeler, arabalar, otobüsler, uçaklar, vapurlar, trenler... 

Her yer insan...

Bir koşturmaca bir telaş, bir yerden bir yere varmaya çalışanlar... 

Herkeste bir hareket var elbette, gün doğumundan başlayan,

Bir düşünce, bir davranışa temas ediyor nihayetinde...

Bu hareketin içinde, her yaptığı hamleden sorumlu insanoğlu,

Çoğunlukla da bu sorumluluğun farkında olmadan.

Peki nereye gidiyor insan bu hareketlerin sonucunda?

Hayra mı yaklaşıyor? Şerre mi yaklaşıyor?

Bu hareketler insanın kibrini mi arttırıyor? Hiçliğini mi?

Sonunda şükrü mü artıyor insanın, şikayeti mi?

Duyguları mı aktifleşiyor? Yoksa bilinci mi?

Ne katıyor insana bu hareketler? Nedir katma değeri, artı mı, eksi mi?

Düşünme potansiyelini arttırıyor mu?

Yoksa hızla cahilliğe mi sürüklüyor?

Soyutluk mu katıyor insana bu hareketler? Yoksa somutluk mu arttırıyor?

Hareket ediyor insan elbette...

Peki o hareketle kalpteki siyahlıklar mı siliniyor? 

Yoksa her an yerine yenisi mi ekleniyor?

Lehte mi ilerliyor o hareketler, yoksa aleyhinde mi? 

Kalabalık... 

Her yer çok kalabalık, her yer insan... 

Ve insanda her an, bir sürü hareket...

Sorumlu insan, her hamlesinden sorumlu.

Yaklaştığından, sakındığından, konuştuğundan, sustuğundan, gördüğünden, göz çektiğinden... 

Sorumlu insan... Her hareketinden...

Kurduğu ilişkilerden, kopardığı bağlardan,

Anlık acılarından, anlık hazlarından,

Haksızlığa uğradığında verdiği tepkiden veya haksızlık ettiklerinden,

Nuh deyip, Peygamber demediklerinden,

Söz verip, fasıklık yapıp sözünü tutmamalarından,

Verdiği akdi bozup, hiç bir şey yokmuş gibi davranmalarından,

Sorumlu insan...

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Hangi hareketti insanı üstün kılan? Hangi hareketiydi kendini aşağılatan?

Bir kez yaşayacağı bu hayatta, bir şey ortaya koyması lazımdı insanın... 

Ve öylede oldu!

Kalabalıklar içinde, bir insan bu dünyadan geldi ve geçti...

Peki bu geçişler hangi yöndeydi? 

Bu geçişlerin amacı neydi?






Okumaya Devam Et

12 Nisan 2025 Cumartesi

BABAMIN ÖĞÜDÜ

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Babamın, “Sakın ama sakın! Zulme ortak olma, cesur ol!” sözü her zaman küpedir kulağıma. Bugünlerde de nasıl bir dönemden geçtiğimizi anlamakta zorlanıyorum... 

Hem en iyi, hem de en kötü zaman,

Hem akıl, hem de akılsızlık çağı,

Hem aydınlık, hem de karanlık çağı, 

Her şeyimiz var ama hiçbir şeyimiz yok gibi,

Zulmü engellemeye çalışan güçsüz, güçlü olanlar da duyarsız, 

Dünya değil ama insanlar çelişkilerle dolu...

Tarih kitaplarında okuduğum, beni dehşete düşüren, anlamakta zorlandığım olaylara birbiri peşi sıra şahit oluyorum. Zalimlerinmazlumlara zulmettiği ve Müslümanların buna nasıl izin verdiğini anlayamadığım dönemlere. Üstelik o zamanlar, ulaşım zordu. Haberleşme de şimdiki gibi kolay değildi. Bütün bunlara rağmen, neden zulme engel olmadılar, neden sessiz kaldılar, diye kızardım onlara. Şimdi, kendime kızıyorum. 

Neden bir şeyler yapamıyorum? Neden? 

Peki doğru olan ne? 

Yaşanabilir bir dünya için, herkes bir olup üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeli değil mi? Kafamda deli sorular…

İlim büyük bir güç olmasına rağmen, gerçeği bilenlerin sessiz kalması, eyleme geçmemesi; cahillerin de bilmediği halde konuşup eyleme geçmesi, adaletsizliği güçlendiriyorZulmü durdurmak isteyenin güçsüzlüğüyle, güçlü olanın duyarsızlığı arasındaki acı gerçekleri göz önüne seren bir dünyadayız. Ama ne yazık ki, güçlü olanlar da genellikle bu adaletsiz düzeni değiştirmek yerine, korumaya çalışıyor. Böylelikle dünya, mazlumlar için yaşanmaz bir hal alıyor.

Filistin’deki saldırılar aylardır devam ediyor. Gece yatağıma uzandığımda, uyumakta zorlanıyorum. Kafamdaki düşünceler, odada daireler çizerek vızıldayan bir sinek gibi rahatsız ediyor beni. Uykularım bölük pörçük. Ne zaman gözümü kapatsam, kanlar içinde tir tir titreyen, aç ve susuz çocuklar geliyor gözümün önüne. 

Yine öyle bir gecede, bunaltıcı bir rüyayla uyandım. Kim bilir hangi acı uyandırmıştı beni? Kaldıranın vardır bir bildiği, diyerek doğruldum yatağımdan. Böyle zamanlarda gecenin şerrinden, sabahın Rabbine sığınan annem gelir aklıma. Gözlerini göğe diker, ellerini yukarı kaldırır, aklına gelen bütün duaları sıralardı. Ben de öyle yaptım. Belki dualarım, Gazze’deki çocukların dualarıyla buluşur diye; kalbimden geçen bütün duaları savurdum yerin ve göğün Rabbine.

Ne yemek yemek, ne içmek, ne gezip tozmak, ne alışveriş yapmak keyif vermiyor artık. 

Sadece ağlamak geliyor içimden. 

Bir çizgi film kahramanı gibi bir anda oraya gitmek, 

Filistin’deki çocuklarla şehitçilik oynamak,

Ya da sokaklardaki yıkık binaları umursamadan, araba lastiklerini onlarla birlikte ellerimle itmek, 

Veya yırtık bir leğenin içinde onlarla belli bir yükseklikten aşağı kayıp, kahkahalar atmak isterdim.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Ah Baba! Her şey ne zor! 

Hep öyle çocuk kalabilseydim ama kalmadım, 

Ve bil ki babacığım;

Belki gidip onları oradan çıkaramadım ama 

Elimden gelen ne ise onu mutlaka yaptım, 

Mazluma sırtımı dönmedim,

Acılarına sessiz kalmadım,

Yoklarmış gibi davranmadım, 

Kınayıcıların kınamasından korkmadım, 

İnsanlarında düştüğü çelişkiye düşmedim, 

Mazluma destek oldum, yönümü tayin ettim,

Senin de dediğin gibi;

Cesur oldum babacığım, zulme ortak olmadım...

 







Okumaya Devam Et

10 Nisan 2025 Perşembe

SEN KİMİNLESİN?

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Yanlışın kendini doğru sandığı,

Zulmün her şeyi bir bir yaktığı,

Yakınken bunun görülecek hesabı,

Kibrin etrafı bu denli sardığı bu günlerde,

Sen kiminlesin?

Kalemin sustuğu,

Zamanın durduğu,

İnsanın insanı umarsızca unuttuğu,

Güçlü görünen o zalimin her an korktuğu bu günlerde,

Sen kiminlesin?

Zaman net durma zamanıyken,

Siyahın değil beyazın destekçisi olmak varken, 

Kınayıcıların kınamasından korkmadan yol alanlar ilerlerken, 

Bu işin gerçeği nedire bakan mı olmak istersin, gerçeğe gözünü kapatan mı?

Sen kiminlesin?

Basiti küçük görüyor insan çoğunlukla, 

Ben tek başıma ne yapabilirim diyor sorulduğunda,

Oysaki bir damla, damlaya damlaya,

Aşındırır olduğu yeri zamanla,

Damlalar birlik olur yıkar çıkan engelleri, 

Sen kiminlesin?

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Şimdi olmazsa ne zaman?

Sen vazgeç, kolay geriye kalan,

Ateş değil, su ol yeter bir damlan,

Düşün, şimdi nedir sence sana yakışan?






Okumaya Devam Et

8 Nisan 2025 Salı

SELAM OLSUN...

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

İnsanoğlu bazen bildiğini sandığı, sürekli kullandığı kelimelerin anlamını bilemeyebiliyor... 

Mesela güç deyince ne geliyor aklına?

Kaslı bir insan mı, parası olan bir insan mı?

İnsan güç kelimesini çok eksik anlamış aslında... 

Ta kii o asil insanları görene kadar.

İnsanoğlu güç kavramını onlarla öğrendi,

Uçak gemileriyle, binlerce füze ile insan güçlü olmazmış,

Aslında o güç, küçük çocuğun attığı mandalina kadarmış.

"Peki, nasıl güçlü olunur?" diye düşündü insan...

Güç, yaratıcıya sığınıp her düştüğünde ayağa kalkmakmış,

Bazen açken tebessüm etmekmiş,

Annesini kaybettikten sonra “İyi ki son anda yanındaydık.” diyen küçük çocuğun şükrüymüş,

Bazen kendinden çıkıp küçük kardeşini teselli etmekmiş,

Güçlü olduğunu zannedene acizliğini gösterebilmekmiş...

Bize her şeyi siz öğrettiniz güzel insanlar,

Selam olsun sizlere...

Sarp yokuşta belli olurmuş insan,

Annesiz babasız kalan yavrucağı kendi evladı bilen,

Kendi acısına rağmen diğerine tebessüm ettirebilen,

Açken başkasını düşünebilen...

Nedir bilir misin sen sarp yokuşu?

Selam olsun o sarp yokuşu geçenlere...

Selam olsun o bombaların altında dahi, RAB'bini zikredenlere...

 


Okumaya Devam Et

5 Nisan 2025 Cumartesi

İNSAN

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

İnsan en saf haliyle dünyaya gözlerini açtı…

Daha gözlerini açmadan dünyaya, ikramlanmaya başlanmıştı,

Yeryüzünün halifesi olan insana çeşit çeşit nimetler sunulmuştu.

Kendisine verilenlerin albenisine kaptırınca insan kendini,

Sahip olduklarının kendinden olduğu yanılgısına düşüvermişti.

İnsan sahip oldukları ile yetinemedi,

Olduğundan daha büyük görünmeyi amaç ediniverdi.

İstedikçe istedi insan…

Her şeyin -en-ini isterken tükettikçe tüketti.

İnsanın isteklerinde sınır yoktu.

İsteklerinin peşinden koşan, dünyadaki zevklere dalan insan,

Hep keyif içinde olmaya çalışarak, istekleri için çabaladıkça çabaladı.

Ve böyle böyle insan RAB'binden uzaklaşmaya başladı…

Dünyaya gelişindeki asıl amacını unutuverdi.

Asıl amacından uzaklaşan insan, sahte amaçlar edindiğini göremedi,

Sahte amaçlar ile mutlu olmaya çalıştı ama olmadı olamadı…

Anlık mutluluklar veren sahte amaçların ardında hep daha fazlasına ihtiyaç duydu

Bu yüzden çabaladıkça çabalıyordu…

Oysaki etrafına bakıp akıl eden, irdeleyen insan görebildi dünyadaki muhteşem dizaynı,

Her şeyin aslında ne kadar da eşsiz olduğunu.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Gökyüzü, kuşlar, çiçekler, ağaçlar, böcekler… saymakla bitmezdi,

Hepsi birbirinden ne kadar da benzersiz ve muhteşemdi.

Nefsini kontrol edebilen, isteklerinin peşinden koşmayan insan gerçekleri görebildi,

Ve asıl amacından uzaklaşmadı,

Sahip olduklarını kendisine vereni, her şeyin asıl sahibini unutmadı,

Her yerde her şeyde RAB'bini görebildi ve O’na layık olmak için çabaladı.

Böylece sahte ve gerçeği ayırt edebildi,

Sahte amaçlar için koşup yorulmak yerine, gerçek amacına tutundu.

RAB'binin rızasını kazanıp, O’na layık bir kul olmalıydı…

Asıl mutluluk RAB'binin istediği gibi yaşayıp, O’nun rızasını kazanmaktaydı.

Gerçeği görebilmek ne kıymetliydi…

 

 


 

 

 

Okumaya Devam Et

3 Nisan 2025 Perşembe

PARANIN İKİ YÜZÜ

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Elinde kitabı yine uyuya kalmıştı Ayça… Ne zaman aldığını bile hatırlayamadığı kitabını, bir türlü bitirememişti… Haftanın altı günü yoğun bir şekilde çalışıyor. Evine gelince zar zor yemeğini yiyip sonra bir koltukta uyuya kalıyordu. Günler böyle gelip geçiyordu. Bu kadar çalışmaya karşılık elbette ki Ayça'nın bir hedefi vardı. Yaşlanmadan önce o istediği arabayı, sonra da evini alıp rahat bir hayat yaşamak istiyordu. 

Çevresinde neredeyse bütün arkadaşlarının arabası vardı. Onlar rahatça seyahatlere giderken, imkanlarını kullanırken, Ayça otobüslerde, minibüslerde saatlerini harcardı. Ev almaktan önce araba almanın daha ulaşılabilir olduğunu düşünürdü. O parayı biriktirip kendine temiz parayla alabileceği araba için çoğu zaman mesaiye de kalıyordu. Sahip olmak istediği şey için etrafındakilerin yap dediği şeylerin çoğunu yapıyordu aslında...  "Para biriktirmelisin Ayça. Hayat çok pahalı, yemeklerini evde kendin hazırlayıp sefer tasıyla yanında taşımalısın Ayça. Mesaiye kalmalısın Ayça. Ek iş olarak bir şeyler yapmalısın Ayça. Yetmeyen kısım olursa borç alırsın Ayça.” diye diye Ayçanın yapması gereken çok şeyi liste haline getirmişti arkadaşları.

Peki, bu istediği sonuç için bir şeyler yapması yeterli miydi? 

Hedeflerine ulaşmak için aynı zamanda bir şeylerden de uzak durması daha kârlı değil miydi?

Bir paranın iki yüzü, yazı ve tura gibi. İnsanoğlu ömrü boyunca peşinde koşar. Belirlediği hedeflere ulaşmak ister. Başarı hedefe ulaşmak değil midir zaten? Başarıya ulaşmak için hamle önemlidir. Ancak hamle sadece paranın bir yüzüdür. Peki ya diğer yüzü? Gerçek başarı için sakınmak, akabinde hamle yapmak, sonra dönüp tekrar sakınmak ve sonra dönüp tekrar hamle yapmak gerekir... Kuşun tek kanatla uçamadığı gibi sakınmasız hamle o yolculukta yeterli olmaz...

İnsan vazgeçişleri oldukça hayattan keyif alır. Özgürleşir, mutlu olur… 

Peki nasıl isteklerini azaltır? Herhangi bir madde veya materyal olmadan, nasıl özgürce yaşar?

Çok istediği şeylerden sakınarak, uzak kalarak! Çünkü her eylemin başarısı zıddında sakınmaktan geçer.

İnsan bir yere yaklaşıyorsa zıddındaki diğer şeylerden de uzaklaşması gerekir. Zıddında sakınamadığın her eylem, dibinden kaynayan bir kuyuyu kova ile boşaltmaya benzer... Bir tarafta kazançlar diğer tarafta kaybedişler vardır. Bir öğrenci üniversiteye hazırlanırken ders çalışması önemlidir. Ancak cep telefonundan, arkadaş gezmelerinden, halı sahadan sakınması daha önemlidir. Diyet yaparken spor yapmak önemlidir fakat kutlamalardan, davetlerden, kilo aldıracak süreçlerden uzak durmak daha kıymetlidir. Bunu yapabilmek elbette kolay değildir. İnsan hedefe giderken egosunun istekleri de olacaktır.  Para biriktirirken istediği çanta ve ayakkabıyı almamak “hayır” diyebilmek hiçbir zaman kolay olmaz. İnsan bir şeyleri yapmada, hayata geçirmekte zorluk çekse bile, sakınmakta bir o kadar emek ister...

Deneyimsel Tasarım Öğretisi

Peki insanların çoğunun yapamadığı, sadece pek azının ulaşabildiği başarıya nasıl ulaşılır? 

Hem hamle hem sakınmada nasıl başarılı olunur? 

Başarının sürekliliği nasıl sağlanır? 

Bunun için sağlam sebeplere ihtiyaç duyar mı? 

Bu sebepleri nasıl oluşturabilir? 

Cevaplar mı? 

Cevaplar Sakınmada Ustalık Programı'nda:)




Okumaya Devam Et