“Keşke” küçücük çocuğun bile ağzından dökülüveren bir sözcük. Aslında düşünülürse anlamı pek büyük ama kendisi küçük bir ifadeymiş gibi sanki. Hani böyle bir an yere düşüp kalkmış ve sonra geçmiş gitmiş bitmiş gibi, insanda bir ömür böyle unutup geçirip gidiveriyor işte. Keşkenin altında yatan pişmanlığını, hüznünü, üzüntüsünü, hayıflanmasını, tüh dediğini, kalbine çöken acısını, tövbesini ve bazen de utancını...
Şimdi herkesin eline bir kalem bir kâğıt verseler ve deseler ki “keşke” dediklerinizi yazın, kim bilir kaç tanesi unutulup gittiği yerden geri çıkacak. Üzerine örtü çekilen, toprak dökülen keşkeler. Bazıları da tekrar hatırlamak istenmeyecek hatta belki çoğu ama hayat yani gerçek öyle değil ki, yarın bir gün öykü tekrarlanıyor ve döngü tekrar başa dönüyor, şimdi aynı pişmanlığı yaşamamak için belki de gerçekten yazıp en azından kalemi kâğıdı şahit tutmak gerekir. Ne de olsa “söz uçar yazı kalır”. Bir şeyin kalıcı olması için de zaten öyle yapılmıyor mu?
Tıpkı evlenince, araba alınca, çocuk doğunca, hesap ödenince, iş açarken, borç alırken verirken ve ve ve... İnsanoğlu yazarak en başta kalemi ve kâğıdı şahit tutar sonra orada bulunanları ama onlar olmazsa da veya bir gün unutulsa dahi yazılmış bir ispatı var. Şimdi inkâr eden edecek olsa bile yazılmış somut bir delil var, kimse yoksa da şahidi kalem ve kâğıt var.
İnsanoğlu yazının icadını çok yeni zannediveriyor ama aslında bu öykü insanoğlunun var olduğu günden beri var. Kâğıdı bulamadıysa taşa kazıdı zamane nesli onları ilkel zannettiği için mağara oyan taşı kazıyan diye atfetti ama aslında onlarda yazılı bir şahit bıraktı ve belki sadece sonraki nesilleri için sadece keşke demesinler diye bu çabayı gösterdi.
Şimdi keşkelerimizi yazmaya başlasak... Kimilerinin ilk aklına gelen ne olur? Kimi her gün dayanılmayacak zulme seyirci bırakılması; “Keşke bu kadar çaresiz kalmasaydık...” “Keşke daha fazla gücümüzü olsaydı...” “Keşke daha fazla haykırsaydık...”
Kimileri şu an sevdiklerinin başında çaresiz kalışını “Keşke o arabayı vermeseydim...” “Keşke kızmasaydım...” “Keşke ona son söylediğim bu olmasaydı...” mı? Ve kimileri için “Keşke söz vermeseydim, almasaydım, satmasaydım, evlenmeseydim, boşanmasaydım, çok yemeseydim, az uysaydım, gitmeseydim, yapmasaydım, yapsaydım, alsaydım, satsaydım…Keşke bu olanlara şahit olmasaydım..." Ve daha nice keşkeler...
İnsan hep aynı yerden vuruluyorum, soru hep aynı yerden geliyor der ve hayıflanır. Bir gün bir alim dedi ki; Keşke söylenenler ilk söylendiğinde anlaşılsaydı... Her şey çok daha kolay olacaktı ama insan önce kendi bildiğini yapmak ister.
Ne vurucu ne anlamlı bir cümle, gerçekten keşke işareti en başından anlayabilseydi insan. Ömrü hiç bitmeyecekmiş gibi göz çekip düşünmeden, irdelemeden, kendi bildiğini yapıverdi. Oysaki çoğu belki annesinden babasından, arkadaşından, öğretmeninden ya da birileri söylemişti bir yerlerde okumuştu belki ama yine de önce bildiğini denemek istedi ki aslında bütün hepsi insanoğlu için zaten satır satır yazılmıştı. Yarını pişman olmayıversinler diye yarınını sevince çevirebilsinler diye hepsi yazılı vermişti. Bazen elçiler anlatmıştı, büyüklerimiz hatırlatmıştı ama insan en çok bileni oynamak isterken en çok pişmanlığını yaşayacağını hiç düşünmeden perdeyi çekiverdi ve yoluna devam etti, ömrü bitiverinceye kadar. Bazen küçümsedi bazen alay etti. Oysaki ömür kısa ve sadece belirli bir süreydi, herkesin bildiği ama hemencecik unuttuğu şey, keşke insan hep hatırlasa ve keşke ilk söylenenler söylendiğinde anlaşılsaydı...
Kaleminize sağlık🌷🌷..
YanıtlaSilHayatımızdaki "keşkelerimizi" "iyikilerimiz" yapabilmek, söylenenleri,yazılanları doğru anlayabilen ve yorumlayabilenlerden olmak ümidiyle...
YanıtlaSil