Ayşe’nin mutlu, huzurlu bir yuvası vardı. Üç çocuğu ve eşiyle rutin bir hayat yaşıyordu ve bu hayattan memnundu. Yine sıradan bir akşamüstü yemeklerini yediler, ailecek sohbet ettiler ve dinlenmeye çekildiler. Her şey yolunda gidiyordu. Küçük bir dünya kurmuşlar ve bu dünyada üzerlerine düşen görevi hakkıyla yerine getirebilmek için gereken özenle yaşamaya çalışıyorlardı. Ancak o gece tüm rutinlerinin değişeceğini bilmeden uykuya daldılar. Sonrası şiddetli bir sarsıntı...
Gece çok soğuktu. Sanki yeryüzünü bir insanmışçasına birisi tutup omuzlarından sallıyordu. Akla gelen tutunulacak, sığınılacak tek varlık yaratıcı idi. Bu güçte bir sarsıntı insanın aklını başından alabilirdi. O bir dakika, sanki saatler gibi geldi. Eşine ve çocuklarına seslendi. Her yerden bir sürü çığlık yükseliyordu, anlayamıyordu. Tekrar ve tekrar seslendi. Ölmüş olmalarını ve hatta ihtimalini bile kabul etmek istemiyordu. Enkaz altından kurtarılmayı beklerken, gücü yettiğince ses çıkarmaya ve aklını kaybetmemeye çalıştı. Ailesine sağ salim ulaşmak için sürekli dua ediyordu ve kurtarıldı.
“Bir”in ne kadar da büyük bir sayı olduğunu hayatında ilk kez idrak etmişti. “Bir” bu kadar büyük anlam ifade ederken Ayşe, üç can, üç yol arkadaşı kaybetmişti. İki evladı, can parçaları ve ALLAH’ın ona eş olarak verdiği can yoldaşı da gitmişti. Nasıl dayanacaktı bu acılara? Tek başına kalsa depresyona girer, günlerce yemez, içmez, uyumasa da fark etmez, üşüse de aldırmazdı. Ama şimdi yanı başında duran, yedi yaşındaki Salih’e nasıl hayat enerjisi verecekti? Kendini çok yorgun hissediyor, başa çıkmaya çalışıyor ama zorlanıyordu.
Küçük dünyası daha da küçülmüştü. Bir çadırı, bir yavrusu bir de kendisi vardı. Eski zamanlarını düşündü, başkasına imrenmeden, verilene razı olduğu küçük dünyasında şükrettiği günleri... Tutunacak bir dala ihtiyacı vardı hem kendisi için hem de masum ve çaresiz bakan evladı için. O gün ayağa kalktı. Çadırın içini temizledi. Yardımlarla gelen eşyaları düzenledi. Biraz da olsa güzelleştirmeye çalıştı. Oturttu Salih’i yanına, onunla sohbet etti. Gidenlerin aslında yok olmadığından, hayatın geçici olduğundan ancak sonunda yok oluş olmadığından bahsetti. "İnsanlar iyi ve ahlaklı bir hayat yaşarsa, ALLAH onları çok daha güzel olan cennete gönderir Salih. Böyle zor zamanlarda ALLAH’tan ümit kesilmez ve insanın hep çaba göstermesi gerekir..." Bunları anlatıyordu ama anlatarak olmazdı. Yaşantısıyla da örnek olmalıydı.
Belki dünyaları daha da küçüldüğünden, belki de artık yardımlara ihtiyaç duyduğundan Ayşe insanları daha çok gözlemliyordu. Bazı şeyleri yeni fark ettiğine şaşırdı. İhtiyacı olanlara bağış yapma, verme stilleri bile çok farklıydı insanların. Yardım ederken sadece vicdanı rahatlasın diye verenler vardı. Evlerindeki zaten kurtulmak istediği eşyalardan yardım adı altında kurtulmaya çalışanlar... Ya da sanki onlar yardım etmese, muhtaç olan insanların yok olacağını zannedenler... Kendi gibi mağdur olanlar arasında sürekli şikayet edenler... Ya da hemen bu hayattan kaçıp yeni bir hayat kurmaya çalışanlar... Tüm bunlara rağmen hala şükredenler ve yaşam sevinci ile dolu olanlar...
“Belki ben de iyi bir stille yardım edememiştim eskiden. Belki yardım ettiğimi zannederken incitmiştim insanları. Ya da hiç yanlışı düzelten olmaya çalışmamıştım. Ailemin dışında hiç kimseyi yetiştirme amacı taşımamıştım. Ne acı, insan hep insana muhtaç... Ve o tanımadıklarımın hayatı beni de ilgilendiriyor aslında...” diye düşündü Ayşe... Bu fark edişle dünyası yepyeni bir hale bürünecekti, bu fark ediş gideceği yolu da yönü de değiştirecekti.
Bu şehir darmadağın olmadan önce, erdemli, ahlaklı, kimseye zararı olmayan, ailesine, işine ve etrafındakilere karşı sorumluluklarını yerine getiren biri olmak yeter diye inanırdı. Ama şimdi kendisine şunu soruyordu: “Tüm bu ahlaklı insanlar kendi küçük dünyalarından çıkmazsa, dışarda var olan kaosa el uzatmazlarsa, savaş ve zulüm olan şehirleri sessizce izlerlerse, kendilerini dış dünyaya kapatırlarsa toplumun bozulmasında bir payları olmaz mıydı?” Ve düşüncelerine ekledi; "Sadece iyi olmak yetmez, iyiliği yaymakta gerekir."

Bir akvaryum içinde yaşayan balıklar gibiydik aslında, o yüzden başka bir ülkede çıkan bulaşıcı bir hastalıktan korkuyorduk bize de ulaşır diye. Bu yüzden tedbirler alıyorduk. İnsanların yozlaşmasından, ahlaki bozulmalardan, terörden, terörü destekleyenlerden neden korkmuyorduk? Bunlara karşı neden tedbir almıyorduk? Evimizin kapılarını kapatsak da bahçemize duvarlar örsek de nasıl ki gözümle bile göremediğim o mikrop evimi, ailemi buluyorsa, bu ahlaki bozulmalar, bu terör bizi bulmayacak mıydı? O zaman bu hayatta aslında kendi halinde yol almak diye bir şey yoktu. Ya iyiyi yaymaya çalışan olacaktı ya da kötünün yayılmasına engel olmayarak kötülüğe destek olan...
Şimdi bu gerçekleri fark etmişken susarsa hep iyiler ve masumlar zarar görecekti. Zaten hayat çok kısaydı. Bunu evinin başına yıkılmasıyla öğrenmişti. O zaman bu dünyada iyiden yana ses çıkarmayı, bir şeyleri gücü yettiğince düzeltmeyi istiyordu Ayşe.
Salih’e baktı, soğuk bir çadırda uykuya dalmıştı. Ama annesi bambaşka bir motivasyonla yeni bir hayata uyanacaktı.
Hayatın her detayını düşünmek, İnsanlara verirken güzel vermek., Kırmadan, incitmeden... Sadece vermek değil. Nasıl verdiğimiz de önemli :)
YanıtlaSilKaleminize sağlık ✏️
Ne güzel anlatılmış iyiliği yaparken insanlara dokunarak yapmanın önemi...
YanıtlaSilİnsanların faydası doğrultusunda verici olmak ve bunu güzle bir şekilde yapmak...
Teşekkürler...
Yardım yapmanın bir ölçüsü bir stili var... Bize bu ölçüyü öğreten, hayatımıza bir stil, bir anlam katan deneyimsel öğretiye ne kadar teşwkkür etsek, bu ilim için Allaha ne kadar şükretsek az...
YanıtlaSilİnsan ne yaparsa kendisi için yaptığının farkında değil...Ne ekersen onu biçersin..
YanıtlaSilBu dünyada misafir olduğumuzu unutuyoruz bazen..Bize verilenler sıradanlaşıyor..Ta ki bir sıkıntıyla karşılaşan kadar...
RABBİM idrakimizi arttırsın..
Emeğinize sağlık..
Çok samimi bir anlatım olmuş kaleminize sağlık🌺
YanıtlaSilHayat , başkalarının da iyiliğini düşündüğüm kadar anlamlı...
Bazen fark edemiyor insan, yaşadığı hayattan başka hayatlar olduğunu ...
YanıtlaSilGözlerimi yaşartan ve bazı gerçekleri tekrar hatırlatan duygu yüklü bir yazı olmuş çok teşekkürl🏵
YanıtlaSilSelam olsun o sarp yokuşta başkalarını da düşünüp durmadan devam edenlere... Öyle insanlar vardı ki kendi derdini bırakıp başkalarının derdini dert edinenlere... RAB bbimiz bizlere de nasip etsin iyiyi güzel şekilde sunabilmeyi... Kalemine sağlık hocam... O kadar etkileyici bir yazı olmuş ki Maşallah...🤲🏻🌿
YanıtlaSilİyiliği, nasılını düşünmeden sadece vicdanımızı rahatlatmak için yapabiliyoruz. O da pek amacına ulaşmıyor malesef. Bunu farketmemizi sağlayan güzel bir yazı olmuş, emeğinize sağlık 🌷
YanıtlaSilBaşkalarının iyilik stratejisi bilmediği bir ortamda iyiliği hücresel olarak yaşamak yetmiyor,yok olmaya mahkumdur.Devam edebilmesi için,paylaşıyor olmak onun varoluşunun temelidir...
YanıtlaSilYa iyiyi yaymaya çalışan olacaktı ya da kötünün yayılmasına engel olmayarak kötülüğe destek olan... Ne kadar da kıymetli bir cümle.
YanıtlaSilUzaklaşağın yerden uzaklaşmadıkça iyi sayılmazsın❤️
YanıtlaSilSadece iyi olmak yetmez..iyiliği yaymak gerekir..Hüzünlü fakat ümit verici bir yazı..kaleminize sağlık..
YanıtlaSiliyi bir insanım demekle olmaz, iyi olduğumun delillerini ortaya koydum mu..
YanıtlaSilNe mutlu onlaraki mallarını ve sevdiklerini sadaka olarak verenlere …RABBim iyiliği emredip kötülükten sakınanlardan ve bunları insanlara anlatmayı görev bilenlerden etsin :)
YanıtlaSilİyi olmak yetmez, o iyiliği yaymak gerekli. Kenara çekilmek susamış olan birine suyu varken vermiyor olmak gibi olur…
YanıtlaSilÇok etkileyici bir anlatım ve çok anlamlı bir yazı. Kaleminize sağlık
YanıtlaSilKaleminize sağlık...
YanıtlaSil