30 Nisan 2024 Salı
27 Nisan 2024 Cumartesi
BİR KÜÇÜK HAYAT MESELESİ -II-

Merhaba sevgili günlük… Yine ben :)
Eee nasılsın?
Beni soracak olursan oldukça iyiyim. Hayatımda her geçen gün yeni yeni şeyler öğreniyorum. İşin ilginç yanı ben yaşamadan öğreniyorum. Nasıl diye sorduğunu duyar gibiyim… Başka insanların yaşantılarından öğreniyorum.
Malum önümüzdeki sene büyük bir sınava gireceğim. Herkesin korkulu rüyası olan sınav…Geçenlerde amcamlara gittik. Amcamın kızı Zeynep ablam da oradaydı. Boğaziçi üniversitesinde okuyor. Onun bu başarısını duydukça gözlerim yıldız oluyor. O üniversitede eğitim almak benim de hedeflerim arasında olduğunu Zeynep ablama anlattım.
“Ah canım hiç kolay olmadı kazanmak.”
“Peki nasıl oldu Zeynep abla? Neler yaptın o okulu kazanmak için?”
“Başlarda deneme sınavlarında çok düşük netler yaptım ama moralimi bozmadan devam ettim. Bu süreçte motivasyon çok önemli. Benim arkadaşlarım günde yüz soru çözüyorsa ben iki yüz çözdüm. Onlar beş saat çalışıyorsa günde ben 7 saat çalıştım. Bu okul ve bölüm için sayısal dersler önemli, sözel derslerden daha az puan. Dolayısıyla daha çok sayısal derslere çalıştım… Ve en önemlisi uykudan bir miktar vazgeçtim. Hayatımdaki bazı tüketimleri, bana haz veren şeyleri azalttım. Eğer bir hedefe varmak istiyorsan ne yapman gerektiğini ve ne yapmaman gerektiğini öncesinde bilmen gerekiyor yoksa çok zorlanırsın. Ben ilk başta nasıl çalışacağımı hangi derslere ağırlık vereceğimi bilmiyordum çok bocaladım. O yüzden ilk sene bu üniversiteyi değil de başka üniversiteye yetiyordu puanım. Sonra önceki seneden öğrendiklerimle tekrar hazırlandım. Bana anlatan da olmadı sınava hazırlık sürecini. Kendim deneyimleyerek öğrendim. Bak ben de sana anlatıyorum yaşadıklarımı sen bu tuzaklara dikkat et. Önce arkadaşlarınla takılmak sana daha cazip gelecek ama sen net ol. Biraz sabret… Moralin hep yüksek kalsın. Önce anladığın derslere ve konulara çalış sonra zorlandığın derslere ve konularla başla böyle öğrenmen daha kolay olur. Kendini iyi tanı ben işiterek anlıyorum dersleri, bir arkadaşım da renkli kalemlerle şemalar çizdiğinde daha iyi anlıyordu ona göre bir stil oluşturmuştuk...”
Anlattı da anlattı Zeynep abla… “Vay be” dedim. “Ne çok şey varmış hazırlık süreci ile ilgili.” Ben direk konu dinleyip soru çözecektim. Sınava hazırlanırken sadece dersler ile ilgili değil psikolojik süreç de varmış. Ben hiç bunları düşünmemiştim. Bu süreçten daha önce geçen biri yaşadıklarını anlattı bana. Ben şimdi nasıl bir olay örgüsüne nasıl bir yola gireceğimi biliyorum ve elimde bir yol haritası var. Bu çok iyi değil mi sevgili günlük?
Zeynep ablam da benim gibi hiçbir şey bilmiyordu ama sonra yanlış yapa yapa düşe düşe öğrendi. Ve sonraki sene daha önce yaşadıklarından dolayı o engelleri tanıdığı için düşmedi oralarda. Kendi yaşayarak öğrendi ama ben başkasının yaşadıklarını dinleyerek öğreniyorum. O bazı yerlerde düştü canı yandı, sene kaybı yaşadı ama ben bu acılarını minimum ölçüde yaşayacağım belki.
İnanabiliyor musun? Her şeyi öğrenmek için illaki yaşamama gerek yok. Bir blog sayfasında okumuştum, şöyle yazıyordu:
Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; deneyim transferi maddi manevi maliyeti azaltır, zaman kaybını önler.
Ya da yurtdışına bir ülkeye gezmeye giderken bile o ülkeye gitmiş kişinin oradaki deneyimleri sorulabilir. Nerede kaldığı, nerede yemek yediği, hangi müzelere gittiği, araba kiralaması gerekirse hangi şirketin güvenilir olduğu, hangi kıyafetleri götürmesi gerekir, o ülkenin trafik kuralları, toplu taşıma araçları… Ya ben kendim o ülke ile ilgili bilgileri yaşayarak öğrenecektim acısıyla tatlısı ile. Ya da bilen birinden öğrenip sadece keyfini çıkaracağım…
Bunun her yere yerleştirebiliriz. Evlilikte, okulda, bir kitabı okumadan önce, yemek yaparken, bir şey satın alırken…
Bir labirente girdim ve elimde yol haritası var. Çünkü daha önce biri o labirente girmiş, sağa dönerse neyle karşılaşacağını, sola dönerse neler olacağını o kendisi yaşayarak öğrenmiş ama benim sağa girmeme gerek yok çünkü benden önce yaşayan kişi bana hiç sağa girme soldan git demiş. Sağa girip olumsuz sonucu yaşamama gerek yok hemen olumlu sonucu yaşamış oldum.
Gerçekten çok konforlu bir şey…
Hayatta her zaman problem vardır. Ve bu problemleri sadece ben yaşamıyorum. Benden önce birçok kişi yaşadı ve yaşıyor. Onlardan problemlerini çözerken onların nasıl yöntemler uyguladıklarını öğrenebiliriz. Problem olduğu gibi bunun çözümü de var. E o halde haydi kimdeyse çözümü deneyim transferi yapalım…
Ben artık bir sürece girmeden önce deneyim transferi almaya karar verdim. Çünkü bu hayatta başarılı olmak istiyorum ve minimum zarar görmek istiyorum…
Peki günlük sen nerelerde deneyim transferi alıyorsun?
25 Nisan 2024 Perşembe
YEŞEREN UMUTLAR

Aslı her zamanki gibi uyanmış hemen eline telefonunu almış, güzel bir haber olmalı diye kendini inandırmıştı. Fakat beklediğini bulamayınca telefonunu sert bir şekilde beyaz sehpanın üzerine bıraktı. Yüzünü yıkadı, mutfağa yöneldi kahvaltı hazır değildi. "Off anne ya iki parça bir şey çıkarsan ne olurdu?’’ diye söylene söylene birkaç yudum kahvesinden içip odasına geri döndü. Sakin kalmayı çok başaramasa da maillerine son kez göz atmak istedi, mesai arkadaşı istediği verileri göndermemişti. Halbuki son kontrolleri o yapacaktı sonra patrona iletilecekti. Bir şekilde iş yerine ulaştı, düşündüğü şeyleri yetiştirmiş olsa da “Neden başkaları bu kadar rahat yaşarken ben bunları yaşıyorum?’’ diye geçirdi içinden. Herkesin her şeyini herkes yapıyordu da onun neden her şeyi çetrefilli oluyordu.
Neyse ki arkadaşlarıyla hafta sonu programı yaptı, tüm bayram yorgunluğunu böylece atacaktı. Yoksa o üç günün acısı nasıl çıkacaktı? Hafta sonu geldi çattı, tüm hazırlıklar yapıldı sabahına yola çıkılacakken arkadaşı Nevin birden rahatsızlandığını söylemek için aradı. Bir güne sığdırdığı tüm hayaller birden yerle bir olmuştu. “Şimdi nasıl olacak?” dedi. Çünkü arkadaşının aracı ile gidilecekti bir B planı hiç tasarlanmamıştı. Esra yemekleri hazırlayacaktı, Sevda aperatifleri getirecekti, Nevin masa sandalye kısmını organize edecekti ve onun aracı ile gidilecekti. İlk kale birden yıkıldı. Tam neyse kızlarla gidelim sağlık olsun derken, Sevda aradı. Kuzeninin nişan hazırlığı için destek olmaya gideceğini ve programa dahil olamayacağını söyledi. Aslı’nın omuzları her an bir nebze daha çökerken, Esra aradı ayağını burktuğunu ve gelemeyeceğini söyledi. Son kalede yıkılınca Aslı afalladı kaldı. Bu neydi şimdi? Neden bu kadar aksilik üst üste gelmiş olabilirdi? Biraz üzerine kafa yormaya karar verdi.
Sabah annesinin kahvaltıyı hazır etmesini, iş yerinden arkadaşının evrakları tamamlamasını, patronunun onu anlamasını beklemişti. Birinin arabasını, birinin programlama yapmasını beklemişti. Doğada bir nebze nefes alabilmek için niyeti vardı ama yine insanları beklemişti...
Yoksa insan etraftaki insanlardan bekledikçe, mazereti olanı yarı yolda bırakan olarak adlandırır. İnsanın önce kendini anlaması, kendini mutlu edebilme marifeti olması meseleydi.
Peki o beklentiyi nereye yerleştirmişti? Bu fikirler, sorular zihninde dönerken aldı çantasını, giydi en rahat spor ayakkabılarını ve düştü yollara. Kendine mini bir program yaptı arabasız olacaktı, minimum harcama ile neler yapabilirse yapmaya başladı. Önce otobüse bindi, tebessümle şoförü selamladı, yolu uzundu oturacak yer de bulabildi. Tatil günü yollar dolu olur diye düşünürken yollar açıktı, hedeflediği yerlere hızlıca ulaştı. Gezdi, doğanın tadını çocuklar gibi çıkardı. Belki arkadaşları ile programı gerçekleşmedi ama şu ana kadar hiç keşfetmediği yerler karşısına çıkmıştı, kendi ile vakit geçirebilmeyi de öğrenmişti.
Mis gibi boğaz manzarası,
Çarşaf gibi serilmiş denizin kokusu,
İlk defa denk geldiği muazzam kır bahçeleri…
Kendine bir çay ısmarladı, tarihi fırından sıcacık simidini aldı çimenlerde oturdu. Simit hiç böylesine lezzetli gelmemişti. “Hele bu çay, nasıl böyle güzel olabilir?”
İnsan dış dünyadan beklentiyi düşürünce ve yol almayı, harekete geçmeyi birine bağlı tutmayınca nasıl da o yollar su gibi akıyordu.
“İşte şimdi anladım” dedi Aslı; “insan öz’e dönünce iyileşiyor, umudu daha da yeşeriyor.”
Tüm yolları su gibi akan, umudu yeşerenlerden olmak dileğiyle...
23 Nisan 2024 Salı
GÖRDÜN MÜ?

Gördün mü?
Gazze’de kılıç kuşanıp namaza gitmiş bir Müslüman çocuk.
Çocuğun Müslüman olması için çabalamasına gerek yok. Doğuştan lütfetmiş Rabbim…
Ya kılıç?
Onu da kuşanmaya mecbur etmiş tüm dünya!
Beş milyon insanı yok ederken,
Gazze’yi canlı bir mezarlığa çevirirken izlemişler...
Kurşunlar minicik bedenlerine isabet ederken izlemişler...
Gözlerini gökyüzüne çevirip, uçurtmalara bakmaları gereken yaşta, tepelerine yağan bombalara bakarken izlemişler.
Gördün mü?
Ellerindeki yaraları birbirine gösteren minik çocukları…
Ellerindeki parmakları sayarak oynamaları gerekirken,
“Bakayım yarana. Bak benim de elimde yaram var!” diye parmaklarını gösterirken izlemiş tüm dünya…
Gördün mü?
Çadırların arasında şehitçilik oynayan çocukları...
O çocuklar şehitçilik oynamışlar, tüm dünya yine izlemiş onları...
Açlıktan ölürken bebekler, izlemişler...

Bisikletin sepetinde evladının kefenli bedenini taşıyan babayı da izlemişler...
İki kardeşin, babalarının parçalanmış bedenini çuvala doldurmasını da izlemişler...
Düşman tarafından etrafı çepeçevre sarılmış, Müslüman bir kızın taciz edilmesini de izlemişler...
Şimdi Gazze’de; kılıç kuşanıp namaza gitmiş Müslüman bir çocuğu tüm dünya izlese ne olur?
Çünkü herkes izlerken, onun minik ellerine ama kocaman yüreğine kalmış bu davayı savunmak...
Tepesinden bombalar yağarken alnını secdeye koymak...
Belki korkmak ama Gazze’yi savunmak için kılıç kuşanmak...
Sekiz milyar insanın yapamadığını yapmak...
Şimdi sekiz milyar seyretse ne olur ki?
Böyle çocukları olan bir millete kim ne yapabilir ki?
20 Nisan 2024 Cumartesi
BOARD GAME
Neden insana böyle bir şey verme gereği duyulmuş? Bir işe yarıyor olması gerekir öyle değil mi?
Hiç düşündük mü, insan hangi durumlarda kaygılanır?
Veya kaygısız insanlar, derdi tasası olmayan, hayatında problemi olmayan insanlar mı?
Bir oyun düşünelim, oyunda bir yol var, yolun sonunda bir yol ayrımı. İlerlemek için bir yolu seçmek gerek. İlerledik tekrar bir yol ayrımı bu şekilde tıpkı bir ağacın dalları gibi seçtiğim yollar dallanıp budaklanıyor.
Bizimse görüş açımız sadece seçimlerle sınırlı ne fazlasını görebiliyoruz ne azını. Kimi zaman yol yokuş aşağı, kimi zaman yokuş yukarı. Önceki seçimlerden ders çıkartıyoruz, ona göre doğru olanla ilerlemek istiyoruz. Oyunun kuraları böyle. Ama bir şekilde ilerlemeye çalışıyoruz.
Peki bu oyunu kim tasarladı?
Kim tasarladıysa oynadığımız sürece bizi yöneten o değil mi? Yolları biliyor, seçimleri biliyor, seçenekleri biliyor ve dizayn ediyor.
Peki oyunu yapan bize düşman olsa oyun nasıl olurdu? Keyif almayacağımız kesin…
Peki bizden yana olsa, çok adaletli ve o kadar da merhametli olsa? İşte bu, bu gün yaşadığımız hayat olurdu.
Yaratan bizden yanayken neden bu kaygı öyleyse?
Seçtiğimiz yolun ortasında birden karşımıza çıkan devrilmiş bir ağaç… Bilmiyorduk ki böyle bir şey ile karşılaşacağımızı. Bilsek seçer miydik? Seçmezdik ama seçmemiz gerekiyormuş veya yoldan dönmemiz gerekiyormuş. Bir dahakine seçimlerimizi doğru yapmak için veya o yolun ilerisindeki kötülükten korunduğumuz için. Ama sonuç kayıp da olsa kazanç da olsa oradan aldığımız hep bir fayda var. Bunu bilmek insana rahatlık sağlamaz mı? Yani problemim yok değil ama problemime şükür bu gün doğru yoldayım diyebilmek… O zaman insan neden endişelenir?

Eğer, bütün bunlardan, oyunu dizayn edenden habersiz ise endişelenir insan. Veya oyunu basit yollarla kazanmaya çalışırsa, kuralları çiğnerse, dizayn edene hakaret ederse mesela? Bu durumda aklı olan kaygılanmaz mı kaybetmekten?
Peki nasıl bir strateji izler oyunu kaybetmek üzerine oynayan bir oyuncu? Her işini sağlama alması gerekmez mi? Gideceği yolu önceden bilemez ama bu durumda önceden bilmesi gerekir, kaçarken ayağı takılıpta düşmemesi için.
Ne yapabilir? Yoldan daha önce geçmiş birinden yolu satın alabilir, kurnazdır. Öyle kurnaz ve şeref yoksunudur ki yolda ilerlediği dostuna güvenmez. Çünkü kötü olan yoldan gideni satın almıştır ve yanındakini o yola sokar da kendisi geçmez. Hal böyleyken kazanabilir mi peki?
Bir parazit gibi çabaladığı, dizayn edenden deli gibi korktuğu simülasyonun içinde; kaçmak, kazanmak ve zarar görmemek için çabalar durur.
Oyun bu, sonsuza kadar süremez ya… Bittiğinde ne olacak peki?
18 Nisan 2024 Perşembe
KARLI ALIŞVERİŞ
Şöyle bir baktı gökyüzüne uzun uzun... Gökyüzünde kuşlar bile az kalmıştı. “Onlar da cennete gitmişlerdir.” diye düşündü.
Uzaklardan gelen duman kokusu artık onu rahatsız etmiyordu, atılan bombalar onu korkutmuyordu.
Ne kadar olmuştu evden ayrılalı?
Evini, mahallesini, komşularını, annesini, babasını buradan göndereli ne kadar olmuştu, hatırlayamadı?
Onlar cennete gitmişti biliyordu, çok emindi. Güzel bir takas diye düşündü. Onlara verilen her türlü nimeti cennetle takas etmişlerdi. “Kârlı bir alışveriş...”
Düşünürken kâfire acıdı. Ne kadar da güçlü olduklarını düşünüyorlardı. Bütün güçleriyle masumlara saldırmışlardı. Dünyadaki bütün güçleri birleştirerek küçücük bedenleri yok ettiklerini düşünüyorlardı. Görünürde kazanıyor gibi görünseler de aslında kaybedenler onlar olacaktı. Bundan da çok emindi gözleri çakmak çakmak semaya bakan çocuk...
ALLAH’ın her şartta yardım ettiğini hissediyor, yaşanan her olayın insanlığın iyiliğine olduğunu artık anlayabiliyordu. ALLAH her şartta kulunu yetiştirendi... Bunu anlayabilmek için yüksek bir bilinç açıklığına ihtiyaç vardı.
Harun evini, ailesini, mahallesini kaybetmişti. Evlerinin duvarları yıkılmıştı, buna karşılık kalpleri onarılmıştı. “Çok şükür seni buldum Rabbim, her şeyimi kaybetsem ne olur.”
Rabbine kavuşmanın hazzını yaşıyordu Harun. Düşmanın onca gücüne inat, yüzünde bir tebessümle dolaşıyordu. Dışarıdan bakıldığında her şeyini kaybetmiş bir genç gibi görünse de Rabbini bulmuş, kalbi mutmain olmuş bir genç olmuştu artık.
“İyi biliniz ki biz Müslümanlarız. Ve dünyada her şeyini kaybetmiş bir Müslümandan daha güçlü bir kişi bulamazsınız.Biz sınavımızdan razıyız.’’ dedi Harun dünyanın diğer insanlarına...
“Peki ya siz, sınavınız için neler yapıyorsunuz?”
16 Nisan 2024 Salı
TANIMAK YETER Mİ?

İnsan, yirmi bir yıldır aynı yastığa baş koyduğu insanı tanımıyor olabilir mi?
Hadi diyelim ki tanıyor, problemleri nerede başlıyor?
Farklılıklarını kabul etmediğinde neler oluyor?
Fark ettiniz mi?
Dile kolay yirmi bir sene...
Bıkmadan usanmadan şikâyet etmeler…
- Adam; “İnsan nasıl olur da bu kadar dağınık olabilir?!”
- Kadın; “Ne olur hayatı bu kadar planlı yaşamaya çalışmasa?!”
- Adam; “Bunca senedir bu kadar renkli giymesinden hoşlanmadığımı söyledim, inadına gidip yine portakal turuncusu bir elbise giymiş?!”
- Kadın; “Yine giyinmiş cenazeye gider gibi, simsiyah…”
- Adam; “Yine hayallerde yaşıyor bu kadın?!”
- Kadın; “Şimdi başlar sekiz sene önceki mevzulardan?!”
- Adam; “Bak yine tutmuş birini kolundan, eve getirmiş.”
- Kadın; “Bir gün de girdiğimiz bir ortama, buzdolabı modunda girmese…”
Bu liste daha böyle uzar gider…
Birbirlerini tanıdığını zannederken, farklılıklarını kabul etmemektir aslında ana problem. İnsanın problemlerle karşılaştığı yer hep burası olur. Kaç senelik ilişkileri olursa olsun, çoğu bu yüzden mahkeme salonuna varan evlilikler olur.
Peki ama ne yapmak gerekir?
Peki ya yeterli mi?
Tanıyıp, gerçeği bildikten sonra kabul etmekle devam eder. İnsan o farklılığı kabul etmediği sürece ilişki de sahte çözüm arayışına girer. Farklılığı kabul ettiğinde ise artık süreç tartışmaya varmadan, sabır gösterilebilecek kıvama gelir. İnsan karşısındakine adaletli olmaya başlar. Neyi, ne amaçla yaptığını anlar. Ve insanın kendi hayatındaki yönetim becerisi artar.
İşte burada hayat sana o golü atmadan önce, topu yumuşatarak kalede yakalayan bir sen oluşmaya başlar... İnsanın bir nevi frenleme sistemidir. Tam yükselme anında “Ama bu onun doğuştan getirdiği huyu” diye kendi kendine sakinleşmeye başladığı yer. O anda mutlaka insanın öğreneceği çok şey var. Yeter ki insan yanındakine sinir olmayı bırakıp bilinçli bir şekilde bakmaya yönelsin. O zaman fark eder hayatın ona verdiği mesajı...
"Belki de içinde bulunduğu bu dağınıklığa bir çözüm bulmalıdır insan...
Belki de hayatta bu kadar çok katı kuralla yaşamaya çalışmamalıdır...
Belki de çevredekileri değiştirmek yerine , uyumlanan olmalıdır...
Belki de söyledikleri olmuyor diye gerilmek yerine, hayata karşı biraz tebessüm etmeyi öğrenen olmalıdır..."
Ve bunun gibi daha bir sürü mesaj...
Bu mesajları algılamak insanı güçlendirir. Zıddı olan insanlardan kendine katacaklarıyla dengeyi sağlayabilir. İnsan hayatta o dengeyi ne kadar kurabilirse o kadar iyi ilerleyebilir. Bir kuşun kanat çırpması gibi. Nasıl ki o kuş iki kanadı dengedeyse uçabiliyor, insanda öyle... O dengeyi sağlamadan ilişkide başarıya ulaşamıyor. Zıddında olanı, kendine katarak karakter sahibi olmadan, aynı yerde dönüp duruyor. Karakteri kendine kattığında, iki kanadını birden kullanmayı öğrenmiş oluyor. İki kanadını birden güçlendirdiğinde daha iyi yol alıp, ilişkide başarıya ulaşabiliyor.
Ve sonunda söylediği cümlelerde değişiyor;
"Evet çok kurallıyım ama yeri geldiğinde esnekte olabiliyorum."
"Evet düzenliyim ama bazen hayatımda asimetriye izin veriyorum."
"Evet çok arkadaşım var ama kiminle hangi sınırlar içerisinde ilişki kurabileceğimi biliyorum. İşte bu bana güç kazandıran, dengede durmamı sağlayan şey oluyor. Çünkü artık biliyorum ki hayat, tek kanatla olacak iş değil… "
13 Nisan 2024 Cumartesi
YAŞADIĞIMI HİSSETTİM

Bir insan işini ya iyi yapardı yada kötü,
Arabasını ya iyi kullanırdı yada kötü,
Evlatlığını ya iyi yapardı ya kötü,
Komşuluğunu ya iyi yapardı ya da kötü...
Aslında davranışlar sonunda ya iyiye varırdı yada kötüye varırdı... İnsan kıyas sistemiyle öğrenirken, iki seçenekten biri diğerinden daha az kötüyse onu iyi zannederdi. Oysa ki o seçenekte hala kötüydü... Ve dünya ne zamandır varsa, o zamandan beri bu böyleydi...
Toplamdaki sonuca baktığında hiçbir vakitte kötü olan kazanamadı aslında. Ama hep kazanıyormuş gibi göründü. Hatta oyun yapmıştı insan bunu; "İyi olan kazansın! "denirdi. "Kötünün iyisi" denirdi bazen seçim yaparken. Aslında insanın içinden bir ses hep iyiyi seçiyordu.

İyi ve kötü vardı insan için…
Doğum ve ölüm vardı insan için…
Bunlarsa ne iyiydi ne kötü. Bu ikisi arasında yapılanlar ya iyilikti ya kötülük.
Demek ki ikisini de insan kendi yapıyordu.
İki adımı vardı insanın...
Yapmak ya da sakınmak.
Bunları nasıl kullandığıydı önemli olan.
Bir haksızlık karşısında, işin gerçeğinin öyle olmadığını bildiği halde sustuğunda, sakındı aslında... Sakındı ama yanlış yerde sakındı insanoğlu...
Bir hareketi oldu bir yöne doğru...
Peki ya "Yaşadığımı hissettim" diyebilecek bir yön müydü bu?
Bu insanın küçük dünyasında böyleyken, dünya üzerinde bir yerde bir zulüm varken sustuğunda ne olurdu?
İnsanın içinde bir değer yokken,
Nefes alsa, gözü açık olsa, hareket etse, imkanları olsa ne fark ederdi?
Nasıl "Yaşadığımı hissettim" diyebilirdi?
11 Nisan 2024 Perşembe
NEREDE O ESKİ BAYRAMLAR?
Ramazan ayı gelirken "Nasıl olacak? Uzun saatler oruç tutmaya dayanabilir miyiz?"
diye hesaplar yapılırken, şimdi "Ne çabuk geçti Ramazan" deniyordu.
Arife günüydü...
Çocuklar Ramazan ayında tuttukları yarım gün oruçlarını hesaplıyorlardı.
Hangisi daha uzun aç kalmış yarışı vardı aralarında...
Ne tuhaf değil mi? "Hangimiz daha çok aç kaldık?" Bunu başarı sayacaklardı o çocuklar. Ramazan orucunun açlığı da başkaydı...
Mezarlık ziyaretleri,
Evdeki son hazırlıklar,
Baklavalar börekler...Hepsi sırayla yapılıyordu o gün.
Bayram akşamı...
Kimisi için heyecanla sabahın gelmesini beklediği, kimisi için de sabah olunca bayram getirecek kimsem yok diye düşündüğü bayram akşamı...
Bayram namazına gitme hazırlığı vardı evde, büyükten küçüğe...
Bayram namazına gidildi, evdekilerde de sofra kurma telaşı başladı...
Otuz günden sonraki ilk kahvaltı...Sofrada da bir şenlik havası vardı...
Ve aile büyüğü bayram namazından dönünce,
öpüldü eller.
Eve
bayram gelmişti. Sıraya geçti aile üyeleri,
Kucaklaşıldı,“Bayramın
mübarek olsun” dendi
içten.
Küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öpülecekti üç
gün boyunca,
Samimiyetle yüzler gülecekti...
Yaşlılar
yapılan ziyaretlerle mutlu edilecekti,
Çocuklar
şeker ve bayram harçlığı almak için yoğun bedel ödeyecekti...
Kahvaltı
masasında başladı aslında eskiyi yâd etme mesaisi...
“Nerede
kaldı o eski bayramlar?” dedi
evin büyük babası. Bütün aile destekledi tabi...
“Evet,
nerede kaldı o eski bayramlar?”

Yeni adı tatil...
Ramazan Bayramı denirdi veya Kurban Bayramı, şimdi ise bayram tatili...
- “Zaten çok yoğun çalışıyoruz bir bayram tatilimiz var onu da akraba dolaşarak mı tüketelim yani?”
- “Bu tatilde dinlenelim sonraki bayramda akraba ziyaret ederiz...”
- “Geçen
bayram akrabaları görmüştük zaten şimdi tatil yapalım...”
- “Ben gece yarısına kadar mesaideydim sabah bayram namazına falan gidemem, uyuyacağım!”
...
Çünkü bu hayatta her sonuç oluşturduğu sebebe göre verilir insana.
İnsan doğru sebepleri oluşturduğunda ulaştığı sonuç bayramıdır aslında.
İmkanlar arttıkça insanın aldığı doyum azalmaya başladığında, o bayramların tadı da bozulmaya başladı yavaş yavaş...
Bayramın yerini tatiller aldı...
Nerede mi kaldı o eski bayramlar?
Halen
o bayramları yaşayanlar da vardı,
Çok
değil pek azıda olsa,
Hala
imkanı arttırmadan doyuma ulaşanlarda vardı.
O zaman
anlaşılan o ki;
Mesele
eski bayramlarda değildi,
Mesele
insanın hayata karşı
verdiği tepkiye bağlıydı...
Pek azlardan
olabilmek dileğiyle;
Bayramınız mübarek olsun...