
Ayşe ve eşi İbrahim yıllar önce evlenmişlerdi. Her işin başı zordur diyerek evliliğin başında zorluklara beraber sabrederek bugüne kadar gelmişlerdi… Ancak bir gariplik vardı… Zorluklar sonrasında her ikisi de işinde iyi bir kazanç elde etmelerine rağmen bir türlü kazançları yetmiyordu. Her aynı döngü devam ediyor, ayın sonunu zor getiriyorlardı. “Biz bu kadar kazanırken bize yetmiyor, fakir fukara nasıl geçiniyor, aklım almıyor.” derdi. Ayşe küçükken anneannesi yıllar önce bir hikâye anlatırdı. Onu hatırlardı ara ara… Halil ve İbrahim kardeşleri. Hani halk arasında “Halil İbrahim bereketi olsun" diye yemekten sonra dillerde dolaşan, dualara söz konusu olan, dillere destan; "buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim Sofrasına" diye şarkıların söylendiği kardeşlerin hikayesini…
İbrahim evli, Halil ise bekar iki kardeş... Bir tarlaları var ve buğdayların hasadını yapıp, depolarına koyuyorlar. Hasat akşamı evde Halil kendi kendine; “Ben bekarım ama abim evli, bakması gereken insanlar var. Şimdi ona versem almaz…” derdi. Aklına kendi buğdayının altına çuval koyup çok gözüksün diye kendisinden onunkisine karıştırmak geliyordu. İbrahim de ondan farklı değildi. O da; “Şimdi böyle paylaştırdık ama bu çocuk evlenecek, ben evlendim onun masrafı olacak. Ama Halil’e versem hayatta kabul etmez en iyisi ondan gizli ben karıştırayım.” diye düşünür ve kendi buğdayının arasına çuval koyuyordu. Sabah kalkıp satılacak çuvallara bir bakıyorlar ki iki tarafta da çuvallar dengeli... O yıllarda içinde bulundukları coğrafyada bir kıtlık dönemi ki halk çok zorlanıyordu. Bu kıtlık Halil ve İbrahim kardeşlere hiç uğramıyor. Uğramadığı gibi tüm köylü onların evinde yiyip doyuyor, yine de bitmiyordu.
Öyle bir bereket ki… Bitmek bilmeyen bir bereket.
Halil ve İbrahim bereketi... Öyle ki kıtlık olsa da onlara teması az…
Neydi onları kıtlıkta zorlanan insanlardan ayıran o farklılık? Cevabı sarp yokuşta gizli…
Hayatta kendisi aç iken aç olanı doyurabildikleri için… O zorlukta kendilerini zora soktukları için…
-“Ah be yavrum ne zamana geldik. Şimdi herkes kendini düşünüyor. İnsanların kardeşi, komşusu, yakınları önemli değil. Eskiden bereket vardı, herkes herkesi düşünürdü evladım…ALLAH da böyle kullarını düşünür. Onları aç ve açıkta bırakmaz…" derdi Ayşe’nin annesi…
Aklına gelen bu öyküyü eşi İbrahim ile paylaştı. Kim bilir belki de aradıkları cevapları beraber bulurlardı. İbrahim’in aklında bir çok soru belirdi bu öyküyle… Gerçekten bereket neydi? İnsanın bereketi nasıl artar? Neden azalır?
Bereket ile ilgili ne çok az şey biliyordu. Ve yıllardır ne çok kelime vardı bereket gibi… Duyduğumuz ama aslında gerçeğini çok az bildiğimiz onca kavram gibi. İnsan sadece parasının veya yediği yemeğin bereketli olacağını düşünür. Oysa gerçekte sahip olduğumuz her şeyin bir bereketi vardır. Zamanımızın, arkadaşlarımızın, kıyafetlerimizin, evimizin hatta ailemizin… Ayşe’nin o an aklına anneannesinin “hayrını gör” diye dua etmesi gelmişti… Demek böyle bir şeydi bereket, hayrını görebilmek… Var ama yokmuş gibi olması ne kadar kötüyse, varlığının insanın lehine olması da bir o kadar güzelmiş…
Yıllarca arkadaş sohbetlerinde en klasik cümlelerden biri geldi aklına Ayşe’nin… “Şanslı doğacaksın kızım bu hayatta…” Kelimelerin gerçeğini öğrenince gülümsedi Ayşe. İnsan yapıp ettiklerinde doğru, yanlış, gerçek ve sahte ayrıştırmadan aklına estiği gibi hareket edince… Şans gibi düşünüyordu başına gelenleri… Oysa gerçeğini öğrenince ne şans ne tesadüf kalıyordu geriye… Onlarca para kazanıp ay sonunu getiremezken kimileri… Kimileri onların yarı parasıyla hem ev geçindirip hem de evlat okutabilmişlerdi… Yıllarca anlayamamıştı İbrahim ve Ayşe… Ta ki bereketin ne olduğunu öğrenene kadar…
Onlar merak etmişlerdi… Her sorusunun cevabı var eğer ki hak edebilirse insan cevabını. Onlar da artık biliyordu bereketi. Bereketli bir yaşam için mutlaka yapması gerekenler vardı. Tıpkı toprağa gömülmüş tohumun filiz vermesi gibi… Bereketin de yasaları vardı. Aşırı ve ihtiyaç dışı tüketimden uzak durmak, insana sahip olduğun şeylerin temasını artırıyordu. İnsanın aza hürmet etmesi de bereketi getiriyordu. Her çok olan şey, az ile başlamamış mıydı? Damlaya damlaya göl olur derdi eskiler. Tıpkı o damlalar gibi… Bereket azda gizliydi… Hikmet miktarda değildi…
İnsan çok yedikçe doyacağını, çok kazanınca zengin olacağını zanneder…
Oysa gerçek öyle değildir…
İşin sırrı; yediklerinin insana teması, kazandıklarının temasında…
Ama insanların çoğu bilmez… Azın bereketini…
O yüzden de yanıldı yüzyıllardır insanoğlu…
Huzuru mutluluğu çoklarda aradı…
Oysa insanı insana daha yakın olan çözümü hep zıddına gizlemişti…
İnsan azın bereketini öğrendikçe temasın ne olduğunu anlamaya başlıyor.
YanıtlaSilEskilerin "ömrün bereketli olsun kuzum, hoş gelmişsin" hep dillerinde olan dua. Hayatın içinde sevilen artması istenen şey için " bereketi bol olsun" iyi olan her şeyde... Kaleminize sağlık...
YanıtlaSilHayatta aç iken aç doyurabilmek, sarp yokuş. 🌸
YanıtlaSilRabbim bu bilinçle yaşamayı nasip etsin.
Bereket versin çok güzel keyifli bir yazı olmuş🎈..."Halil -İbrahim bereketi" azı çok yapan bereket...insanın çok fazla şeye sahip olması aslında sadece miktarın fazlalığı, esas önemli olan miktarın değil temasın çok olması...
YanıtlaSilTeşekkür
YanıtlaSilBereketli hayatımız olması dileğiyle...
YanıtlaSilçok değil ama bereketli yaşam olması dileğiyle...
Teşekkürler 🍃
Hayatı temaslı yaşayalım ki yaşadığımızı hissederim. Hayatı yaşayalım derken tüketim olarak düşünürler. Ama asıl yaşamak öyle mi gerçekten...
YanıtlaSilKaleminize sağlık ✏️
Kaleminize emeğinize sağlık
YanıtlaSilTemas... ne kadar kıymetli...
YanıtlaSil