3 Aralık 2024 Salı

GERÇEKLİK

Baba Ahmet Bey memur olarak çalışıyordu. Annesi Hatice hanım ise ev hanımıydı. Babasının işleri nedeniyle birkaç il gezmişler sonrasında memlekete dönüp yerleşmeye karar vermişlerdi. Kısa saçlı, badem gözlü, hep insanların iyiliğini düşünen, maharetli bir kızdı Oya. Lojmanda oturdukları yıllarda yaşının küçük olmasına rağmen kimi zaman mahallenin çocuklarının kavgasına karışır, kimi zaman abisinin satamadığı simitleri ertesi sabah daha ucuza satar, kimi zaman da çevredeki inşaatların çevresine atılan çivileri toplayıp hurdacıya satıp para kazanırdı.

Oturdukları mahalle şehrin sonunda bulunuyordu. Sonrası tarla, ağaçlık ve devamında içerisinde kurbağaların ve minnacık yengeçlerin bulunduğu bir de dere bulunuyordu. Erkek çocukları derenin kenarına taş dizip kendilerine havuz yapar, orada yüzmeyi öğrenirlerdi.

Mahalleye zaman zaman seyyar satıcılar gelirdi. Bir gün sebzeci, bir gün pamuk şekerci, bir gün eskici... İnsanlar eskiciye evde bulunan, kullanılmayan eski eşyalarını verip, mandal, leğen gibi plastik eşyalar alırlardı. Bir ara ayı oynatan bir adam bile gelmişti mahalleye. Adam ayıya “Hadi kızım yandan yandan” deyip sopayla dürterek oynatıyordu. Oya anlam veremiyordu bu duruma, nasıl oluyordu da vahşi bildiğimiz ayı insanların arasında oynayabiliyordu. Vahşi hayvanların evcilleştirilebildiğini hiç duymamıştı. Zaten evde televizyonda yoktu o zamanlar.

Evin en küçük kızıydı Oya. İki abisi iki ablası vardı. Herkes onu evin en küçüğü diye çok seviyor, el üstünde tutuyordu. Oya sabah arkadaşlarının çağırmasıyla evden bir çıkar, akşama kadar sokakta oyun oynar, çocukluğunu doyasıya yaşadığını düşünürdü. Karnı acıkınca eve gidip, annesinin ekmeğe sürdüğü ev salçasını afiyetle midesine indirirdi. Ne kadarda tatlıydı o zamanın domatesleri. Annesi köylü insanıydı, kek poğaça yapmayı bilmezdi ama çok lezzetli ev salçası, tarhana, kol böreği, yan börek yapar, mis gibide helva kavururdu. Ara sıra komşusu Nazmiye teyzenin bir tanecik olan oğluna çok imrenirdi. Annesi ona kalıpta kekler, poğaçalar yapar, oğlana annesi işteyken anneannesi bakardı. Oya ise beş kardeşti. Annesi her şeye yetişmeye çalışıyor, yetişemediği yerde ise ablaları ve abilerinden yardım istiyordu. Evde her bireyin bir görevi vardı. Kızlar ev işlerine yardım ederken, erkekler ise hem okula gidiyor hem de büyük abi bakkalda, diğer abisi ise börekçide çıraklık yapıyordu.  

Eskiden evleri ısıtmak için soba yakılırdı. Bütün ev halkı aynı odada oturur ve aynı odada yatarlardı. Akşamları sobanın üstünde kestane pişirilir, portakal kabukları sobanın üzerine atılınca ev mis gibi kokardı. Oya abilerini ablalarını gözlemleyip onları örnek alırdı. Eve gelen her şey kardeşler arasında paylaşılır, erkek çocuklar birbirleriyle, kızlarda kendi aralarında kıyafetleri değiştirerek giyebiliyordu. Eskiden yokluk vardı ama küçücük odada kocaman hayalleri yaşarlardı. Birlikte olmanın tadına doyulmaz bir keyfi vardı.  

Oya artık büyümüştü, beşinci sınıfa giden ablasıyla aynı okula başlamıştı. O zamanlarda okul kitaplarını devlet ücretsiz dağıtıyordu. Kitapları yetişebilen alıyordu. Oya küçük olunca ilk yıldan kitapsız kalmıştı. Ödevlerini kimi zaman arkadaşlarından fotokopi çekerek yapıyor, kimi zaman yapamayabiliyordu. Bazen kütüphaneye gidip oradaki kitapların kokusunu içine çekiyor, sanki kitapların kendisini içine çağırdığını düşünüyordu. Kitabı alır almaz önce kokluyor ondan sonra arkasını önünü çevirip iyice inceliyor, ondan sonra heyecanla okumaya başlıyordu. Eskiden ne kadarda kıymetliydi kitaplar.

Böylece yıllar geçmiş, Oya okulu bitirmişti. Kendisine küçük bir ofis açmış, sonrasında ofisi büyütüp işlerini genişletmişti. Hayatına evli ve iki çocuk sahibi başarılı bir iş kadını olarak sürdürüyordu. Bir yandan işleriyle ilgilenirken diğer yandan ailesiyle vakit geçirmeyi çok seviyordu. Çocukları okula başlamıştı bile. Evler kaloriferli doğalgazla ısınıyor, çeşmelerden istenildiği zaman sıcak su akıyordu. Çamaşır makineleri çamaşırları, bulaşık makineleri bulaşıkları, elektrikli süpürgeler evleri süpürüyordu. Çocuklardan biri ortaokula, diğeri ise ilkokula gidiyordu. Okuldan bir sürü liste verilmişti. Klasikler serisi, hikayeler, haftalık, aylık testler, konu anlatımları, kaynak kitaplar, yardımcılar derken çocuklar çok küçük yaşlarda aileler bir sürü kitaplar alıyor, verilen ödevler bu kitaplardan yapılıyordu. Her dersin ayrı defteri vardı. Bir sürü kalem çeşidi, silgiler, boyalar, cetveller…

Oya şöyle bir geçmişini düşündü. Neredeyse hiç kitabı yoktu. Bir kareli defter, iki çizgili defter, bir tanede resim defteri vardı. Ailesi boya kalemi alamamıştı, silgisi de yoktu. Sıra arkadaşının kimseye vermediği, kaybolur diye delik açıp boynuna astığı kokulu silgisi çok dikkatini çekerdi. Bir gün gelecek bende aynı kokulu silgiden alacağım diye iç geçirdiğini hatırladı. Araştırma yapması gerektiğinde kütüphaneye giderdi. Varlıklı olan aileler on ciltlik ansiklopedileri gazeteden kupon biriktirerek alıp vitrinlerine koyardı. Çocuklar öğretmenlerden çok şey öğrenir, teneffüslerde sosyalleşir, okul sonrasında ise mahallede evcilik, yedi kiremit, ip atlama, ortada vurmaca, saklambaç oynanır, böylece hayata daha çabuk adapte olunurdu. Kimi yetenekli çocuklar ise çırak olarak genç yaşlarda sanayide yada bir ustanın yanında işe başlar, hayata erkenden atılırlardı.  

Şimdiki zamanda ise şehirleşme nedeniyle köydeki çocuklarda şehirlerdeki okullara gönderilir oldu. “Her şey doğallığından uzaklaşmaya başladı. Sahte bir yaşama doğru gidiyoruz.” diye düşündü Oya.  

İnsan harıl harıl ders çalışan çocukları görünce aklına gerçek ve sahte ile ilgili bir sürü soru düşüyor...

Çocuklarımız gerçekten hayata iyi hazırlanıyorlar mı?

Bu kadar hazırlık gerçek bir hedef için mi?

Bizim yokluk zamanımızın çocukluğu ile şimdinin varlıklı ve bilgili ailelerinin çocuklarına bakınca hangisi gerçek?

Peki gerçek nedir?

İnsanın imkân arttıkça marifeti de artıyor mu?

Gerçek tutarlı içerik demekti. Bir bilginin ilk söylendiği andan itibaren tüm zamanlar, tüm mekanlar, tüm insanlar için geçerli olması gerekiyor. Gerçek deyince sana göre bana göre değişmemesi gerekiyor. Sana göre bana göre değişen şey gerçek olarak kabul edilemez. Çünkü gerçek herkes, her şey ve her zaman için tutarlı olması gerekir.

Peki insan hayatta ne ister?

İnsan hayatta hep bir arayış içerisindedir. Bu arayışını kimi zaman kendi içerisinde, kimi zaman başka insanlarda, kimi zamanda doğadan bakarak gerçekleştirir. Amacı hep mutlu ve başarılı olmak, ilişkilerinde huzurlu olmak. Ama hayatta problemler var. İnsan kimi zaman bu problemleri çözebiliyor ancak kimi zamanda çözemiyor.

Gerçeklik ihtiyacı insan hayatının neresinde?

İnsan tercihini ya gerçek yada sahte yönünde yapabiliyor. Gerçek yönünde yaptığında doğru kapıdan girmiş olduğu için hayatın olağan akışı devam ederken, sahte kapısından girdiğinde ise hayat ona vura vura yonta yonta doğruyu bulması için problemler çıkartıyor.

İnsan gerçeği tercih ettiğinde rahatlıkla amacına ulaşırken, sahteyi seçtiğinde ise amacı değiştiği için seçtiği seçenek elinde patlıyor, sonuçsuz kalıyor. Böylece insan ortada kalakalıyor.

Bu nedenle insanın gerçeği öğrenmeye ve gerçeği bulmaya, gerçeği yaşamaya ihtiyacı vardır. Gerçek faydalıdır. Gerçek insanı dününden daha iyi yapan ve geriye dönüp baktığında “Yaşadıklarımdan pişman değilim. Bugün olsa yine aynı şeyleri yapardım.” diyebileceği bir hayat yaşamasına olanak sağlayan şeylerdir.

Gerçeklik ihtiyacı insanın yaşam amacına uygun yaşamasına olanak sağlayan bir tercihtir…

 



21 yorum:

  1. Ne güzel anlatılmış. Geçmişe ve geleceği kıyas edince aradaki fark üzücü..
    Teşekkürler 🍃

    YanıtlaSil
  2. Buram buram nostalji kokan bir yazı, teşekkürler😊

    YanıtlaSil
  3. Geçmişe götürüp hatırlatan biz yazı olmuş. Geçmişte daha çok gerçekçi hayat vardı..
    Emeğinize sağlık...

    YanıtlaSil
  4. İnsan hayatta tercihlerinin sonucu yaşıyor. Teşekkürler 🌸

    YanıtlaSil
  5. Oyanın çocukluğu kendi çocukluğuma götürdü beni.Kaleminize sağlık...

    YanıtlaSil
  6. Insan gerçeği bulmadan önce pişman olacağı şey yaşar ama çoğu zaman pişman olması gerektiğini fark etmez bile.. Ne kadar acı.. Gerçeği bulduğunda ise pişman olmayacağını bildiği bir hayat yaşama ihtimali ne kadar büyük bir konfor.. Çok güzel bir yazı, Kaleminize sağlık..

    YanıtlaSil
  7. Gerçeğe sırtını dayayan kim yalnız kalmış ki şu yeryüzünde🌟

    YanıtlaSil
  8. gerçeklik ihtiyacı, her an her yerde...

    YanıtlaSil
  9. Geçmişe güzel anılara götüren bir yazı oldu..çok teşekkürler..

    YanıtlaSil
  10. Çok keyifli bir yazı...kaleminize sağlık...🎈

    YanıtlaSil
  11. Tatlı tatlı anlatılan gerçeklikler.. Kaleminize sağlık 🌼

    YanıtlaSil
  12. Gerçeklik ihtiyacı insanın hayatında nerede? Cok düşündürücü bir soru hakikaten... İnsan sahteyi o kadar hayatına almış ki boğulduğunun farkında bile degil ne yazıkki..

    YanıtlaSil
  13. Geçmişten şimdiye sıcacık bir yolculuk... Özlemler gerçek, kavuşmalar, acılar...

    YanıtlaSil
  14. Geçmişe doğru güzel bir yolculuk yapıyor insan okurken, eskide kalan samimi güzel günler ve günümüzde değişen, sahteliğe kendini kaptırıp yaşayan insanlar.. Oldukça etkileyici bir yazı emeğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  15. Kaldminize sağlık 🌺 nede güzel ifade edilmiş kıyas yapılmış geçmiş ve gelecek arasında..

    YanıtlaSil
  16. Eski zaman gerçekleri ne kadar etkiliydi.. Şimdilerde ise sahteyi gerçek olarak algılıyoruz malesef..
    Gerçeğin farkında olmak dileğiyle..

    YanıtlaSil
  17. Eski zaman gerçekleri ne kadar etkiliydi.. Şimdilerde ise sahteyi gerçek olarak algılıyoruz malesef..
    Gerçeğin farkında olmak dileğiyle..

    YanıtlaSil
  18. Doğala en yakın yaşamlar en gerçek yaşamlar… Bir şeye insanın müdahalesi arttıkça zararı da artıyor… İnsanın zamana müdahalesi arttıkça zaman da aleyhimize işler oldu… Zamandan tasarruf etmek için icat edilen her şey bereketsizliğimizin nedeni oldu…

    YanıtlaSil
  19. Kalemiminize sağlık çok iyi olmuş 🌻

    YanıtlaSil
  20. Kaleminize sağlık

    YanıtlaSil