
Bazen kendisini anlam veremediği olayların içinde buluyordu Elif.
“Şimdi bu benim başıma neden geldi? Bu insanlar neden beni buluyor? Akıllısı beni bulmaz zaten” diye söyleniyordu.
“Biraz kendime gelmem lazım.” deyip kafenin birine girdi. Cam kenarındaki masaya oturdu. Arkadaşını aradı. Birisinin onu anlaması gerekiyordu. “Canım çok üzgünüm. Her zamanki kafedeyim gelir misin?” dedi. Zaten yalnız kalmayı da hiç sevmezdi. Bir yandan dışarıyı seyrederken bir yandan da işi düşünüyordu. Çok kızmıştı bugün iş yerindekilere. “Ben bunları hak edecek ne yaptım ki?” dedi.
Normalde çok neşeli, sevecen biriydi. Kendini öyle yorgun hissediyordu ki birden kimseyle uğraşacak mecali kalmadığını hissetti. Sıklıkla “Ama sen beni yanlış anladın, öyle demek istememiştim…” cümlelerini kurduğunu fark etti. Kendisini başkalarına açıklamak zorunda kalmak, sürekli birilerini mutlu etmeye çalışmak, ne kadar da insanı tüketiyordu. Aman üzülmesinler, kırılmasınlar derken, asıl kendisi kırılıp dökülüyordu… “Ben daha çok etkileniyorum, kimse beni anlamıyor” diye düşündü.
Neden böyleydi ki?
Neden bu kadar hassastı?
Neden yaptığı her işte onaylanma ihtiyacı hissediyordu?
Kahvesini yudumlarken, fincanı tam kavrayamadığını hissetti. Bir süredir elleri de uyuşuyordu. “Kimse beni sevmiyor, kimse beni anlamıyor.” dedi…
Kapıyı vurarak çıkmıştı müdürün yanından Elif. Arkadaşının yanında biraz sakinleyip evine gidecekti. Kendisini en çok evinde rahat hissediyordu. Görüşmeden sonra evine giderken aklına geldikçe sinirlendirdi yaşadıkları. Kapıyı açarken, kendi kendine söylenmeye başladı. “Kabahat bende, her şeyi düzgün yapacağım diye kendimi tüketiyorum. Verilen işleri zamanında yapmak için gecemi gündüzüme katıyorum. Sonuç ne peki?” Sinir oluyordu iş arkadaşına.
“Gevezenin teki, ağzı da iyi laf yapıyor. Müdürüm müdürüm deyip, işini başkalarına yıkıyor” diye söylendi. Her işi yarım yapar, ama göze girmeyi biliyor. Yoruldum bu kadının arkasını toparlamaktan. Enayi miyim ben ya? Yok yok bu piyasada işini titiz yapanı sevmezler zaten, laf ebeliği yapıp işini karşıdakilere yıkacaksın demek ki’’ diye düşündü.

Halbuki ne kadar çok çalışıyordu. Verilen hiçbir görevi aksatmazdı. Her işi zamanında yapardı. “Tek kusurum konuşmamak, kendimi pazarlamayı bilmiyorum ben. Sevmiyorum konuşmayı. İşime bakarım; ne konuşacağım, yalaka mıyım ben?’’ diye geçirdi içinden. Onun hayat felsefesi ayinesi iştir kişinin lafa bakılmazdı. Ama yaşadığı zaman ne yazık ki lafla peynir gemisi yürütenlerin devriydi. Kendisini ne kadar da yorgun ve mutsuz hissediyordu. Ne kadar da zordu insanları idare etmek.
“Keşke bu görevi hiç kabul etmeseydim.” diye geçirdi içinden. Halbuki ne çok arzu etmişti bu pozisyonda çalışmayı. "Gençlik de gitti elden, sağlık da...’’ diye söylendi. Şimdi ise çok mutsuzdu. Milletin derdi tasası bitmiyordu. Kimin kim olduğu belli değildi.
"Kimdik ki biz? Nedendi bu tepkiler?" sorusu zihninde dönüp duruyordu Elif'in...
İnsan bu hayatta mutlu ve başarılı olmak ister. Bunun yolu da kişinin önce kendisini, sonra çevresindeki insanları tanıması ile mümkündür. Yani kimin kim olduğunu bilmesiyle...
Çünkü insan tanımladığı şeylere doğru tepki verebilir.. Zihin belirsizliği sevmez, bu yüzden Kimin kim olduğunu bilmek insana büyük bir konfor kazandırır.