29 Haziran 2024 Cumartesi

KİMDİK Kİ?


Bazen kendisini anlam veremediği olayların içinde buluyordu Elif.

Şimdi bu benim başıma neden geldi? Bu insanlar neden beni buluyor? Akıllısı beni bulmaz zatendiye söyleniyordu. 

Biraz kendime gelmem lazım.deyip kafenin birine girdi. Cam kenarındaki masaya oturdu. Arkadaşını aradı. Birisinin onu anlaması gerekiyordu. Canım çok üzgünüm. Her zamanki kafedeyim gelir misin?” dedi. Zaten yalnız kalmayı da hiç sevmezdi. Bir yandan dışarıyı seyrederken bir yandan da işi düşünüyordu. Çok kızmıştı bugün iş yerindekilere. Ben bunları hak edecek ne yaptım ki?dedi. 

Normalde çok neşeli, sevecen biriydi.  Kendini öyle yorgun hissediyordu ki birden kimseyle uğraşacak mecali kalmadığını hissetti. Sıklıkla “Ama sen beni yanlış anladın, öyle demek istememiştim… cümlelerini kurduğunu fark etti. Kendisini başkalarına açıklamak zorunda kalmak, sürekli birilerini mutlu etmeye çalışmak, ne kadar da insanı tüketiyordu. Aman üzülmesinler, kırılmasınlar derken, asıl kendisi kırılıp dökülüyordu… “Ben daha çok etkileniyorum, kimse beni anlamıyor diye düşündü.

Neden böyleydi ki?

Neden bu kadar hassastı? 

Neden yaptığı her işte onaylanma ihtiyacı hissediyordu?

Kahvesini yudumlarken, fincanı tam kavrayamadığını hissetti.  Bir süredir elleri de uyuşuyordu. “Kimse beni sevmiyor, kimse beni anlamıyor.dedi…

Kapıyı vurarak çıkmıştı müdürün yanından Elif. Arkadaşının yanında biraz sakinleyip evine gidecekti. Kendisini en çok evinde rahat hissediyordu. Görüşmeden sonra evine giderken aklına geldikçe sinirlendirdi yaşadıkları. Kapıyı açarken, kendi kendine söylenmeye başladı. “Kabahat bende, her şeyi düzgün yapacağım diye kendimi tüketiyorum. Verilen işleri zamanında yapmak için gecemi gündüzüme katıyorum. Sonuç ne peki? Sinir oluyordu iş arkadaşına.

Gevezenin teki, ağzı da iyi laf yapıyor. Müdürüm müdürüm deyip, işini başkalarına yıkıyor diye söylendi. Her işi yarım yapar, ama göze girmeyi biliyor. Yoruldum bu kadının arkasını toparlamaktan. Enayi miyim ben ya? Yok yok bu piyasada işini titiz yapanı sevmezler zaten, laf ebeliği yapıp işini karşıdakilere yıkacaksın demek ki’’ diye düşündü.



Halbuki ne kadar çok çalışıyordu. Verilen hiçbir görevi aksatmazdı. Her işi zamanında yapardı. Tek kusurum konuşmamak, kendimi pazarlamayı bilmiyorum ben. Sevmiyorum konuşmayı. İşime bakarım; ne konuşacağım, yalaka mıyım ben?’’ diye geçirdi içinden. Onun hayat felsefesi ayinesi iştir kişinin lafa bakılmazdı. Ama yaşadığı zaman ne yazık ki lafla peynir gemisi yürütenlerin devriydi. Kendisini ne kadar da yorgun ve mutsuz hissediyordu.  Ne kadar da zordu insanları idare etmek. 

Keşke bu görevi hiç kabul etmeseydim.” diye geçirdi içinden. Halbuki ne çok arzu etmişti bu pozisyonda çalışmayı. "Gençlik de gitti elden, sağlık da...’’ diye söylendi. Şimdi ise çok mutsuzdu. Milletin derdi tasası bitmiyordu. Kimin kim olduğu belli değildi. 

"Kimdik ki biz? Nedendi bu tepkiler?" sorusu zihninde dönüp duruyordu Elif'in...

İnsan bu hayatta mutlu ve başarılı olmak ister. Bunun yolu da kişinin önce kendisini, sonra çevresindeki insanları tanıması ile mümkündür. Yani kimin kim olduğunu bilmesiyle...

Çünkü insan tanımladığı şeylere doğru tepki verebilir.. Zihin belirsizliği sevmez, bu yüzden Kimin kim olduğunu bilmek insana büyük bir konfor kazandırır. 





Okumaya Devam Et

27 Haziran 2024 Perşembe

YA SONRA?

Ya sonra?

İnsan ister mi en kıymetlisini, evladını bir gün sonsuza dek kaybetmeyi?

Düşüncesi bile üzüyor… Yokluğunu düşünmek duygulandırıyor…

Hayal ediyor muyuz? Bir gün bin bir hevesle döşediğimiz, kendimizce saraya dönüştürdüğümüz huzurlu evimizin bir depremde yıkılıp yok olabileceğini? Dillendirmesi bile huzursuz ediyor…

Uğruna kavgalar ettiğimiz altınların, büyük borçlarla sahip olduğumuz arabanın, canımızı siper edebileceğimiz sevgili eşimizin, mesleğimiz elimizden alındığında dünyanın başımıza yıkılmasının bir gün hiç bir anlamı kalmayacak…

En güzel gülün sonunda solması gibi, elbet bir gün her şey bitecek…

Gülü seven dikenine katlansa da, o bitiş çok acı veriyor. Bitişe hazır olmasak da, bir gün muhakkak kapımızı çalacak…

Düşünmedik, anlamadık kısıtlı, pek kıymetli zamanımızı. Ah keşke zamanı geri döndürebilsek. Döndürebilsek de bir gün biteceğinin bilincinde olup kıymet bilsek.

Ama öyle bir yetkimiz yok. Süre bitti! Elimiz kolumuz bağlı.

Kabullenmek dışında elimizden bir şey gelmiyor.

Tıpkı dünyada yapılan kötülük gibi. Savaş eninde sonunda duracak. Yaşatılan zulümler bir gün bitecek.

Ya sonra?

Ne olacak sanıyorlar?

Yanlarına kâr mı kalacak?

Büyüklerimizin dediği gibi; ‘alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste!’

Ve bitişten sonra zalimlerin pişmanlıkla beraber haykırışları yankılanıyor kulağımıza:

“Ah keşke zamanı geri döndürebilsek!”

Ya sonra?

Ama neydi? Süre bittikten sonra elimiz kolumuz bağlı. Kabullenmek dışında elimizden bir şey gelmiyor.

Şu anda süremiz var. Şarkıda söylendiği gibi; "yapamadığım birçok şey var, hem tatminsizim, hem günahkar… hayat geçiyor perde perde…" Süremiz bitmedi. Şimdi ne yapsak kârımıza. Ne yapsak lehimize.

Zalimlerin de süresi var. Yıkıyorlar, yakıyorlar. Hem evleri, hem hayalleri. Dalga geçiyorlar, korkmuyorlar. Hesap vermeyecekmişçesine. Üzülmüyorlar, umursamıyorlar. Duyarsız olmuşçasına. Şu anda mazlumlarla alay ediyorlar.

Peki ya sonra?



 

 

 

Okumaya Devam Et

25 Haziran 2024 Salı

DOĞRU SÖYLEDİN

Doğru Söyledin

İnsanların çoğu, olması gerektiği gibi konuşur...

Ama olması gerektiği gibi davranmaz…

Yayaya yol verilmesi gerektiğini, yurt dışında ayağınızı yola atsanız araçların durduğunu söyler. Yayanın yanından geçip giderken…

Sigaranın zararlı olduğunu, hiç başlanmaması gerektiğini söyler. Cebinde sigara ve çakmağı dururken…

Saygının en önemli erdem olduğunu söyler. İstediği olmadığında küfür ve hakaret ederken… 

Yalan söylemenin doğru olmadığını söyler. Sıkıştığı yerde çareyi yalanda ararken…

Mesela kadına ve çocuğa el kalkmaması gerektiğini, bunu yapanların insanlıktan nasibini almadığını söyler. Evinde olan şiddete komşuları şahitken…

Sabrın ne kadar önemli olduğunu söyler. Biraz sabrı sınandığında hemen şikayete başlarken…

Birbirimize, hayvanlara merhamet etmemiz gerektiğini söyler. Merhametini çoktan kaybetmişken… 

Haksızlık karşısında susulmaması gerektiğini, eğer susarsak haksızlığın artacağını söyler. Etrafındaki haksızlıklara kulağını tıkamışken, ses çıkaranı susturmaya çalışırken…

Ve..

Çocukların dünyadaki masumlar olduğunu söyler. Masum çocuklar öldürülürken… 

İnsanların çoğu gerçeği bilir, gerçekten çook uzakta yaşarken…

Doğru Söyledin

Peki tutarlılık bunun neresindedir? 

Söylediği ile yaptığı bir olmayan insan ne kadar güven verir? 

Güven, kıymetlidir, tutarlılıkla ilgilidir.

İnsanların çoğu, birbirinin tutarsızlığından şikayet eder. Kendisinin bir dediği diğerini tutmazken…

Öyleyse güven, insan için zor mertebedir… Kimsenin vermesiyle elde edilmez. 

İnsanın güveni kazanması gerekir… 

 


Okumaya Devam Et

TRUE LOVE

True Love

Adam was walking through the narrow streets towards the road leading to the sea... He was checking his music list with the headphones on and the song started to play:

“I would have given you all of my heart

but there is someone whose torn it apart”

These words reminded Adam of what he had forgotten and tried to escape from. He truly had given his whole heart to someone whose shattered it and eventually left him alone. It was a long story… By the time, Adam was looked just right on the outside, but inside he was totally broken. Adam didn't want to face himself, he was escaping from his pain, and as he ran away from the pain, he was also moving away from the reality.

No matter how much Adam escaped, there was actually only one thing he was looking for, a heart at peace. Adam was thinking that his heart should have been filled with a love giving peace. Because only such love could heal wounded hearts and it could make him better than yesterday.

Adam kept thinking:

How could this be possible when everyone is starving for love and in need of attention? Who could truly love? Who could truly love other than the Lord of Mercy, whom I have avoided remembering Him, but who encompasses my entire being?

He is the Lord of the Worlds, the only being who owns all love. And He is the Giver of Mercy who can be a guest in the hearts of us. The Lord, who does not fit anywhere, fits into the heart of His servants, repairs hearts, and satisfies us with His presence.

True Love

“My heart is always looking for you, where are you?”

He is not far away; He is nearer to us than our jugular vein.

And the song kept playing:

“I still want you by my side
Just to help me dry the tears that I’ve cried
Cause I’m sure gonna give you a try
And if you want, I’ll try to love again”

Adam whispered himself: Some sounds make us to remember a lot of things and sometimes they go beyond our sights… 

Never give up! As long as we keep our heart pure for Him, He is the One will guide us to the truth and entire happiness.



Okumaya Devam Et

22 Haziran 2024 Cumartesi

BENİMLE EVLENİR MİSİN?

 

Benimle Evlenir Misin?

Necmi iş yerinde başarılı, ailesine hayırlı, çevresi tarafından sevilen, sayılan, pırıl pırıl bir gençti. Aynı mahallede oturduğu ve uzun süredir annesinin de onayının olduğunu bildiği Reyhan’a evlenme teklifi etmeyi düşünüyordu. Necmi için insanların önemli bulduğu birçok şey çok önemsizdi. Onun hayatındaki önemler farklıydı. Peki ya Reyhan için önemler neydi? 

O gün Reyhan’a şiir yazmaya karar verdi. Dizelere dökecekti teklifini ve talebini. Reyhan’da aynı yola çıkacak mıydı onunla? Aynı yolda, aynı yöne, yan yana… Birbirine bakmadan, gözler hep karşıda…Aynı yönde olabilecekler miydi?

Necmi’nin sorular düşmeye başladı aklına, döktü satırlara;

“Televizyonumuz olmasa da,

Yerine akşamları karşılıklı oturup konuşmayı iple çektiğimiz,

Dostlarımızla ara ara şenlenen, ilim dolu sohbetlerimiz olsa… 

Benimle evlenir misin? 

On iki kişilik yemek takımımız olmasa da altı kişilik olsa, 

Kalabalık olunca günlük münlük demeden gökkuşağı gibi rengarenk tabaklardan yesek de…

Benimle evlenir misin?

Ayakkabı dolabımız olmasa, 

Bize ilerde şahitlik edecek yazlık kışlık iki ayakkabımız olsa…

Benimle evlenir misin?

Ayda bir gelecek misafirlerimiz için aynalı,

O çok pahalı salon takımlarından, koltuklardan olmasa…

Leke olunca üzülmeyeceğin, herkesin çekinmeden oturabileceği koltuklarımız olsa,

Yine de benimle evlenir misin?

Akşam deniz kenarında, manzara karşısında,

Lüks restoranlarda yemek yemelerimiz olmasa…

Katlanır sandalyelerimizle, ev yapımı yemeklerimiz olsa yerine...

Sahil kenarında pikniklerimiz olsa…

Benimle evlenir misin?

Tatile çok yıldızlı, her gün aynı rutinde olan otellere gitmesek de,

Hızlıca yola çıkıp …

Kervanı yolda tamamladığımız,

Gerçeğe uyumlu tatillerimiz olsa.. 

Yine de benimle evlenir misin?

Pırlantanın taşı parlayacağına, 

Sade bir alyansla karşına çıksam,

Birbirimize bakan gözlerimiz parlasa…

Konuşmadan da anlaşabildiğimiz gözlerimiz… 

Benimle evlenir misin?

Son model arabamız olmasa da her ay destek olduklarımız olsa…

Dünyalıklardan geçip bonusları birlikte sakladığımız yerler olsa…

Yine de benimle evlenir misin?

Öyle yakışıklı olup, mankenlere taş çıkarmasam da,

Kaslı vücudum olmasa da,

Benimle evlenir misin?

Erkeksi işler sadece bana ait olsa,

Gücümü veren de merhametim olsa,

Benimle evlenir misin?

Benimle evlenir Misin?

Modayı takip eden kıyafetlerimizle her sezon dolabımızı yenilemesek de,

İstek değil de ihtiyaç ne ise karşılasam,

Benimle evlenir misin? 

Elde edebileceğimiz somutluklardan vazgeçip,

Tüm soyutluklarımızı ve farklılıklarımızı severek, 

Birbirimize sevgimizi sözlerle değil de davranışlarımızla belli ederek,

Birbirimize destek vererek,

Aynı yöne birlikte yürüyerek,

Benimle evlenir misin?”







Okumaya Devam Et

20 Haziran 2024 Perşembe

SEN NEYİ KURBAN EDEBİLDİN?

Sen neyi kurban edebildin?

Haziran'ın o yoğun sıcağıyla yoğrulan, herkesin kendini atacak serin bir yer bulamadığından yakındığı o günler gelip çattı. Olağanın dışında bir sıcaklık vardı ve her geçen gün daha da artırıyordu. Evde olan evde durmak istemiyor, dışarıda olan hızlıca evine kavuşmak istiyordu. Farklı bir yorgunluk hissi, hiç bir şey yiyeme hali, buz gibi su ve mis gibi karpuzdan daha iyi gelen bir şeyin olmadığı o malum günler...

Kurban süreci tam da böyle sıcaklara denk gelmişti bu sene. Tüm hazırlıklar yapıldı, Cumartesi günü sabah erken saatlerde heyecanla yola çıkıldı. Çocuklar, "Bizde koyunları sevebilecek miyiz?" telaşındaydı. Mekana ulaşıldı, kısa süreli bir kahvaltı yapıldı. Sıra sıra dizilmiş kurbanlar kesildi, nasip eden Rabbimize şükredildi. O an Nihan önce şunu düşündü

"Bu güzel, gözlerine bakınca insana huzur veren masum hayvan, kendini Rabbine bu denli adamışken ve direnmeden canını teslim edebiliyorken, her bir parçası dağıtınca da çok kişiye şifa olabiliyorken biz nelerden vazgeçebildik? Neleri kurban edebildik acaba?"

Sonra Gazze'yi düşündü; "Onlar nelerden vazgeçti!" dedi. "Her gün, her an bir vazgeçiş yaşıyorken oradaki insanlar, ben nelerden vazgeçebildim, biz nelerden vazgeçmeyi başarabildik acaba?" 

Sonra zihnindeki soruları bir bir sordu kendine;

Sofrada bir eksik ürün oluversin ne olacak diyebildin mi?

Bayramda bir tane az mekan gezelim diye düşünebildin mi?

O baklavayı yemesem de olur diye elindekini bırakabildin mi?

Bayram için alacağın yeni elbiseden vazgeçebildin mi mesela?

Evdeki koltukları değiştireceğim diye günlerce söylenirken, yok yahu bu koltuklarla bir süre daha yol alırım deyip anlık isteğinden vazgeçebildi mi? 

İnsanların gireceği bir evi dahi yokken..

Evladın eteğinden asılırken bağırdın kırdın mı, sakince uzaklaştırabildin mi yanından?

Bir süredir aranın açık olduğu görümcene içten bir iyi bayramlar diyebilin mi?

Hiç gitmek istemediğin kayınvalidene sevgiyle gidip bir çay demleyebildin mi?

İç ses aman hiç gerek yok derken, o an vazgeçebildin mi kibrinden, sıyrılabildin mi gururundan?

Yok yok boşver arama derken bir yanın, yıllardır görüşmediğin amcanı arayabildi mi?

Dur derken hayat, eyleme geçebildin mi sıyrılıp nefsinden, tüm samimiyetinle ve tebessümünle...

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; Her şeyden vazgeçebilecek seviyede ol ama bu seviyeye geldiğinde asla vazgeçme.

Mutlu olmak bu kadar basitti aslında. 

Düşünüpte hareket etmek, elindekine şükretmek, anlık isteğin ne ise onun zıttına hareket etmek, sabretmek ve elbette vazgeçebilmek..

İşte vazgeçebilmek özgür kılıyor insanı. 

Kurban etmek isteklerini, kurban etmek gururunu, kurban etmek seni hayırda durduranı. 

O minik arınmalar böyle başlıyor işte. 

Az çok demeden, hiçbir hamleyi küçümsemeden, kurban etme vakti geldiğinde kurban etmen gerekeni...

Kurban, bir adanmışlık.. ALLAH için kulun her şeyini feda edebilecek olması.. 

Teslimiyet.. Şükür.. Netlik.. Eminlik..

Peki sen ne kadar, neyden vazgeçebildin?

Sen Neyi Kurban Edebildin?

Aldığından, yediğinden, içtiğinden, giydiğinden, gezdiğinden, izlediğinden hangisinden vazgeçebildin?

Hangi küstüğünle barıştın? 

Hangi mükemmellik arayışını dengede tutmayı başardın?

Hangi yolda giderken kibir etmeden yerdeki çöpü aldın?

Herkesin yüzünü astığı hangi ortamı tebessüm eder hale getirebildin de küsleri barıştırdın?

Hangi çiçek tam solacakken can suyu olabildin ona? 

Hangi masum üzülürken sırtını sıvazladın? 

Hangi toprak yok olurken orası için rahatından vazgeçtin?

Şimdi düşün; 

Sen neyi kurban edebildin?

 

 


Okumaya Devam Et

18 Haziran 2024 Salı

İSTİYORUM, ÖYLEYSE HAKKIM!

İstiyorum Öyleyse Hakkım


"İstiyorum, öyleyse hakkım!" diye düşünüp,

Tüketim derdinde koşarken, 

Üretimde hedefler bu kadar az iken, 

Bugün önümüze bir şeyler konuluyor,

Bunları sünger gibi emiyoruz irdelemeden,

Ve yaşıyoruz ne olduğunu bilmeden,

Önüme konulduğu sürece yevmiyem.

"İstiyorum, öyleyse hakkım!" diye düşünürken,

Algımıza aldıklarımızın ne kadarı seçili?

Ne kadarı benim, ne kadarı gerçekçi?

Bu gün pazara gittiğimde bile iyilerinden seçmeye çalışırken,

Gerçek bilgiye karşı nedir bu umursamazlık, zamanım biterken?

"İstiyorum, öyleyse hakkım!" diyorum,

Özgür olmayı istiyorum!

Ne anlama geldiğini bilmeden.

Olsun ne fark eder yine de istiyorum!

Neden özgür olmam gerektiğini bile bilmezken,

Neyden özgür olmam gerektiğini bile farkında değilken…

Ne demek ki özgürlük?

Gerçeğini hiç merak etmeden... 

Bana gösterilene inanıyorum,

Bana söyleneni yapıyorum,

Bana sunulanı giyiyorum.

Kendimle mi çatışıyorum ki ben?

Nerede burada özgürlük madem?

Yoksa önüme konulan yeterliyse yaşamam için,

Bana dokunmayan yılan bin yaşasın…

Yaşasın, konfor sınırıma kadar yaşasın!

Sınırıma öldürülen insanlar dayanmışken,

Bakmamak için çaba sarf ediyorum,

Adeta direnirken…

Gökyüzündeki ferahlığa ulaşmak için, 

Ölen insanların üzerine basarken,

Özgürüm çünkü diyorum...

Böyle anlatılmıştı bana televizyonumda,

Böyle gösteriliyor medyada,

Beyaz ekranımın arkasında, nasıl da gerçekler varmış simsiyah.

Neyse görmesem yeterli bana...

Herkesin aydınlık dediği dünyada,

Gerçeklik olmadıktan sonra,

"İstiyorum, öyleyse hakkım!" diyen zalimler artmış,

İnsanları yerinden bir bir ayırmış,

Yetmeyince savaş adı altında soykırım yapmış, 

Yanlışlar olmuş doğru, doğrular olmuş yanlış...

İstiyorum Öyleyse Hakkım

"İstiyorum, öyleyse hakkım!" derken, 

Bu kadar gerçekliğe algı kapanmış,

İstekle, hak ediş arasında ki farklardan habersizken,

Kahvenin üstünde isim yazması için o sıraya girerken,

İnsanlar sığındıkları çadırlarda bombalanmış,

Vazgeçemediğimiz her şey bizi esir almışken, 

Biz o eşyalar için çırpınırken,

İnsanlar vatan için canlarından vazgeçmiş...

Şimdi boykot, öyle mi gereksiz olan?

Tırmandığım merdivenin başındayken,

O ilk basamak değil miydi beni götüren başarıya?

Şimdi boykot, öyle mi gereksiz olan?

Tarafsızım en azından, taraf ne gereksiz…

Popüler olanı istiyorum, 

Zalimlik de olsa; niteliksiz...








Okumaya Devam Et

17 Haziran 2024 Pazartesi

BİR DÜNYA Kİ HAKLI HAKSIZ AYRIŞIYOR

Bir Dünya ki


“Bir dünya ki haklı haksız karışmış.” 

Artık bu söz bizim dünyamız için geçerli değil. 

Artık haklı da haksız da hakta kendini belli etti… 

Ayrışıyoruz, taraf oluyoruz…

Kimileri zalim rolünü üstlendi…

Sanki zulüm yarışındaymışçasına bebekleri, çocukları, kadınları, yaşlıları, masum insanları öldürdüler. 

Umut dolu evleri, yuvaları, okulları, hastaneleri bombaladılar. 

Bunları neşe içindeymiş gibi dans ederek, şakalaşarak yaptılar. 

Onlar zulmün de zalimin de ta kendisi oldular.

Kimileri masum rolünü üstlendi…

Kendisi açken kuşları, kedileri, köpekleri besledi. 

Daha yeni anne babasını kaybetmiş küçücük bir yürek kardeşine anne babalık etti. 

Yüzlerinden tebessüm eksik olmadı. 

Evi yıkılmış bir kadın o evi güzelleştirmemekten vazgeçmedi. 

Çocukları şehit olmuş anne babalar, başları dik çocuklarını toprağa verdi.

Kimileri ise bu zalimin karşısında sustu; masumlara göz yumdu.

Kimileri de zulmün karşısında durdu; masumlarla yüreği bir oldu.

Herkes tarafını belli etti ve ediyor.

Haksız olan güçlü gibi dursa da tuzun suda eridiği gibi erimeye mahkum; kaybetmeye mahkum Hakkın karşısında…

Haklı olan kaybediyor gibi görünse de gerçeğin sahteye üstün geldiği gibi üstün bu davada. 

Yürekleri serin, dışları yangın olsa da…

Peki sen hangi taraftasın?

Bir Dünya ki

Gördüğümüzden duyduğumuzdan bildiğimizden sorumlu olduğumuz bu dünyada sen hangi taraftasın? 

Ne kadar yoklarmış gibi davranabiliriz?

Zulmü yapan kadar zulme susanın da bir payı yok mudur senin lügatında?

Ne dersin o çocuk senin çocuğun olsa?

Ne dersin seni ayırsalar eşinle?

Ne dersin evin sahip olduğun her şey enkaz altında kalsa?

Ya ne dersin herkes sussa duymasa?






Okumaya Devam Et

16 Haziran 2024 Pazar

KURBAN BAYRAMI

Kurban Bayramı

“İşte yine başlıyoruz…” diye içinden geçirdi Aslı, derin bir iç çekerek. “Sıkıldım artık her bayram her bayram…’’ diye kendiyle konuşurken telefondaki annesine “Anne kaç yaşına geldik artık yetmez mi?’’ diyordu. Oysa ki sadece annesine; “Bu bayram kurbanı ne yapıyorsunuz?’’ diye sormuştu. Bir an aklına gelmedi ki bu bayram bir değişiklik olmayacağı. “Hay şu dilim! Nereden dedim!’’ dedi ama iş işten geçmişti. Söz ağızdan çıkınca sen onun esiri oluyorsun derler ya cidden doğruymuş şu an birebir yaşıyorum bunu. “Bağış yapacağız’’ dedi annesi. Aslı biraz kendine misyon edinmiş bir kızdı. Güzel bir şey olduğunda, gerçek bir şey öğrendiğinde hemen annesiyle, ailesiyle paylaşırdı. Zaten sorunun buradan kaynaklandığını sonra anlayacaktı… 

Yine dayanamadı ve “Anne o zaman kurbanın ne anlamı kaldıO yaptığın adı üstünde bağış. Kurban olsa kurban derlerdi değil mi?’’ demiş bulundu ve ateşin fitilini yakmış oldu… “Biz artık babanla yoruluyoruz. Hem ben dağıtmıyorum çok et kalıyor dondurucuda yer yok’’ deyince annesi, Aslı bir an kan beynime sıçramak neymiş onu yaşıyorum galiba dedi. 

Büyük olan sizsiniz, benim bunu sizden öğrenmem gerekirken ben size anlatıyorum. Kurban bayramı nedir? Dağıtmıyorsan zaten, kesme zahmeti yoksa ne anlamı kaldı ki? Hem o kadar da yaşlı değilsin. Öyle bile olsa yardım eden olur.’’ Kendince annesini ikna etmeye çalışıyordu. Tabi ki ikna olmadığı gibi "Hocalar olur diyor sen onlardan iyi mi bileceksin, beni bir de günaha sokuyorsun!’’ deyip telefonu kapatmaz mı yüzüne. 

Aslı her bayram öncesi olduğu gibi bu bayram öncesi de aynı sebepten tartışma çıkmasına şaşırsa mı üzülse mi bilemedi. 

Neden değişmiyordu ki? Anlatıyordu ya her defasında.

Düşünmek bu kadar zor muydu yani? 

İnsan “Kurban bayramı nedir?’’ diyemez miydi yani? 

Neden yapıyorum ki bunu?’’ diyemez miydi? 

Bir doktora gidince ilaç verince “Bu ne için doktor bey?’’ diye sormuyor muydu? Tamam işte aynı şeydi… 

Artık sıkıldım. Kırk yaşıma geldim. Her bayram bu ne böyle!’’ dedi Aslı. “Sanki doğrusunu söylemek suç mu! Günaha sokuyormuşum bir de! Bir bu eksikti!’’ diye söylene söylene bulaşıkları yıkadı. Yine bütün gün canını sıkmaya yetecek bir sıkıntı olmuştu… 

Evet doğru söylüyordu, kurban bayramı sadece bir hayvan kesmek değildi. Öyle olsa kasaplara her gün bayram olması gerekirdi. Sadece et yemek değildi, öyle olsa her et yediğimiz gün kurban bayramı günü olması lazımdı. Sadece bir banka hesabına para göndermek olsaydı her para gönderdiğimizde kurban bayramı diye kutlamamız lazımdı. 


Oysa ki kurban feda etmekti.

Vazgeçmekti sevdiğin bir şeyden ALLAH rızası için. 

Vazgeçmemiş bir insan nasıl özgür olabilirdi? 

Yükünü atmayan balon uçabilir mi?

Herkes bir şeylerden vazgeçer aslında. Sadece ne için vazgeçtiğidir onu bir yere ulaştıran. 


Kurban Bayramı


Filistin’e destek için “Ben artık hamburger yemeyeceğim’’ diyen küçük kız da bir kurban vermişti aslında. 

Kurban vermek özgürlük için bir fırsatken bu fırsatı kaçırmasaydı keşke. Ama Aslı’nın unuttuğu bir şey vardı. 


Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; soru varsa cevap vardır. 


Annesi ona bir şey sormamıştı. Merak etmeyen birisine anlatmak dünyanın en zor işidir. Merak eden, soran ise o söylemese de bir şekilde öğrenir. İnsan soru sordukça cevaplarla karşılaşır, düşünebilir, öğrenebilir. Değilse, ömrü boyunca yaptığı hatayı yapmaya devam eder. Çünkü onu doğru zanneder. Üç yanlış bir doğruyu götürüyor ya;  bu dünyada yanlışı doğru zannetmekten kötü ne olabilir?








Okumaya Devam Et

15 Haziran 2024 Cumartesi

DAHA NE KADAR SUSARIZ?

Daha ne Kadar Susarız?

Dün son nefesini vermişken insanlık, bugün nasıl uyur ki insan?

Dün bebeğinin cansız bedeni kucağına verildiğinde bir annenin gözyaşları sel olmuşken bugün nasıl susar ki insan?

Dün yazılmamışken olan biten ve seyirciyken tüm dünya bugün nasıl yazar ki insan?

Dün unutmuşken kardeş kardeşi, bugün nasıl yaşar ki insan?

Dün yaşananlar bir film değilken, peki biz daha ne kadar susarız?

Dün elindeki her şeyi yitirirken bir baba, bugün nasıl yenisini alır ki insan?

Dün açlıktan bayılmışken bir çocuk bugün nasıl doyasıya yer ki insan?

Dün avaz avaz susarken o topraklar ve haykırırken adaleti, bugün nasıl adillikten bahseder ki  insan?

Dün yıkılırken o son duvar, bugün nasıl orada bir tuğla olmak istemez ki insan?

Dün yaşananlar bir film değilken, peki biz daha ne kadar susarız?

Orada aylardır sadece selalar okunurken, bugün nasıl umarsızca şarkılar söyler ki insan?

Dün bir mum ışığından mahrum kalmışken o ev, bugün nasıl bir ışık olmaz ki insan?

Dün onca zulme rağmen hala sulanırken çiçekler, nasıl bir damla su olmak istemez ki insan?

Dün yaşananlar yaşandı deyip bugün nasıl bu denli duyarsız olur ki insan?

Dün yaşananlar bir film değilken, peki biz daha ne kadar susarız?

Daha ne Kadar Susarız?

Dün minicik eller herkese yaptığı resimle seslenirken kendi çapında dünyaya,

Dün bir oyunda o bayrak açılıp dalgalanırken gururla,

Yaşlı teyze zulme karşı duruş adına market market gezip tarafını belli ederken sokakta,

Dün zalime sen kimsin der gibi yürürken insanlar net ve dik bir duruşla,

Dün yaşananlar bir film değilken, peki biz daha ne kadar susarız?







Okumaya Devam Et

14 Haziran 2024 Cuma

BOYKOTA DAVET

Zulme Destek Olma


İnsan hep küçümsedi… 

En çok da kendini küçümsedi. 

“Ben tek başıma ne yapabilirim ki?”

“Bir kahveye mi işiniz kaldı?”

İnsan az olanı, aslında en başlangıç adımı hep küçümsedi… 

Koşmak için bile önce adım atmak gerektiğini aklına getiremedi…

 

Gelin şimdi bir hesap yapalım. 

Bu gün boykot bir kahve markasının fiyatı on - on beş ekmek bedeline denk geliyor. Biz en düşük fiyatı baz alalım. Günlük iki yüz kişi sadece kahve alırsa bu para ayda ortalama, Anadolu’nun bir şehrinde, iki artı bir  ev kirasına denk geliyor.

Bir ilde şubesi bulunan bu yerin (hatta bazı şehirlerde birden fazla şubesi bulunmakta) günlük kazançlarını düşünerek aylık kazançlarını hesapladığımızda ve bunu yıllık karlara vurduğumuzda, aslında bize sundukları hizmetten çok daha fazlasını aldıkları ortaya çıkıyor. 

Bir kahve ile bir günde şöyle güzel manzaralı bir, ev parası çıkıyor. Biz iki yüz kişiyi baz aldık bu hesapta. Küçümsenen bir bardak kahvenin yaptıkları ne kadar büyük etkiler oluşturuyor değil mi? 

Küçücük bir adımdı oysa… 

 

Günlük kişi başı hizmeti bunun kat ve kat üstünde satış yapan şubeler var. Biz örneği kahve üzerinden verdik. Boykot olan daha temizlik ürünleri, deterjanlar, giyim, çeşitli gıdaları da var…

Burada zalimin cirosunu bir düşünelim. Peki, bizim aldıklarımızla kar elde edip, zalimlik yapan bir topluluğa karşı biz ne yapacağız? 

Şimdi bir kahveye mi kaldı bu iş?

Bir kahve ki arka planda içilen aslında; kan, gözyaşı, acı, çaresizlik, açlık ve beddua…

Bir kahve değil içilen; tarafını belli etmek. 

Mazlumdan yana mısın, zalimden yana mı? 

Dost musun, düşman mısın? 

Siyah mısın, beyaz mısın? 

Eğri misin, doğru mu?

 

Sadece bir kahveyse içilen, bir karınca, Hz. İbrahim’in ateşini söndürmeye giderken “Ufacık damla sudan ne olur?” mu demeliydi? 

Karınca ne suyu, ne de kendini neden küçümsemedi? 


Zulme Destek Olma

Mesele kahve meselesi değil; 

Ateşe su mu, odun mu taşıyacaksın? Kendini küçümseyecek misin? 

Karınca gibi yürekli mi olacaksın? 

Aslında insan bunun kararını verir boykot ederek.

Aslında bir kahve değildi mesele ama insan unuttu.

En çok da insanlığı ile olan bağını unuttu.

Biz de unutmayanları, benim karıncadan ne eksiğim var diyenleri boykota davet ediyoruz…




Okumaya Devam Et