29 Kasım 2023 Çarşamba

SANA DA TANIDIK GELMEDİ Mİ?

Sana da tanıdık gelmedi mi?


Yeryüzünde acılar vardır, insanları zorlayan, canını yakan…
Bu, onların hiç birine benzemiyordu. 
Ne koşarken düştüğü için ağlayan çocuğun göz yaşındaki sızıya, 

Ne eşinin hasta olduğunu öğrenen adamın kalbindeki yasa, 

Ne de işinden haksızca kovulan bir çalışanın çaresizliğine… 

Bunlar da acıydı ama bu başka bir şeydi gözlerin önüne serilen…

Demek acıların da dereceleri varmış.


Siz hiç büyük bir acıyla, memnuniyeti bir yüzde aynı anda birlikte gördünüz mü?


Düşmanına karşı direnirken,

Öldürülen torununu kucağına alıp, ona sarılıp, koklayıp,

Cenneti gördüğü için gözlerinin tam içinden öpen

Ve RABbine şükreden bir adam tanıdınız mı?

Ben tanıdım…

İsmini bilmediğim ama kabulü kalbime çakılan kahraman bir adam tanıdım

gözümün önünde yüzü…

ince ince zihnime çizildi tebessümü 

Masumiyetti kucağında taşıdığı…

Belki Dört yaşlarındaydı toruncağızı

Günahsızdı

Ama öldürülmeden önce küçücük gözleriyle dünyada ne büyük günahlar işlenebileceğini gördü
ve hemen sonra Melekler onu alırken cennetin iyiliğini…

O gayb sınırı…

Perdenin önü ve arkası…

Sahnedekiler ile seyirciler 

Alkışlananlar ve lanetlenenler 

Hepsi sadece bir seçimdi ve gerçek karşılığı perdenin hemen arkasında gizliydi.

İşte o adam çizginin öte tarafında henüz göremediği ama iman ettiği bir gerçekliği koklayıp öpmüştü… 


Kucağında tuttuğu torununun cansız bedeniydi, 

çizginin arkasında ise mutlu bir diri…

Hani üzeri kalın bir buz tutmuş ama altı su olan göller gibi 

Sen ona bakınca tamamının donduğunu zannedersin hani…

Onun gibi…


Peki ya sahnede diğer tarafın temsilcisi?


Hangi insan yoldan bu derece çıkardı da kontrolü kaybederdi?

Ve kimse ona bir şey diyemezdi?

Kimdi bu insan?

Sana da tanıdık gelmedi mi?


Hangi topluluk aşırı gidip narsistleşirdi de 

kendinden olmayanın yaşam hakkını kendi elinde zannederdi?

Kimdi bu topluluk?

Kimdi onu yönlendiren?

Bebekleri bile öldürmeyi kendi nefsine haklı gösteren?

Sana da tanıdık gelmedi mi?


Nesilden nesile taşıdıkları sahte bir Vaad ve sahte bir kindi…


Yeryüzünde ne zaman görülmüş zulüm edenlerin hayırlı sonuçlara eriştirildiği?


Seninki zulüm değil hak öyle mi?

Yani sen bir GERÇEK açığa çıksın diye savaşıyorsun öyle mi?


Gerçekse peki, “pişman olup, tövbe etmek” yaşam stilinin olmazsa olmazı olan bu topluluk

neden yanlış yaptığını anlayıp yanlışından dönmüyor?

Çünkü yanlışı onlar değil, sen yapıyorsun!


Neden içlerinden tövbe edip imana dönen yok?

Çünkü onlar zaten iman edenler…


Senin askerlerin öldürüldüğü zaman siz üzülüyorsunuz 

Onlar ise seviniyor. 

Şimdi kim ALLAH için sahnede o zaman?

Kim gerçekten kutsal olanı nefsi için değil, ALLAH için dert ediniyor?


Çocuklarının bile “şehitçilik” oynadığı bir öyküde imkansızlığına rağmen 

hala mücadele eden kim?


Neden sen onları yok ettikçe onlar her yerde çoğalıyor?

Yok olması gereken yok olurken, neden onlar var olmaya devam ediyor?

Kim onları destekliyor?

Sence ALLAH kimin tarafında?


Yoksa sen ALLAH’ı yenebileceğini mi sandın?

Yoksa sen ALLAH’ın kendi yasalarını değiştireceğini mi sandın?


Sen sadece yanılgısına kör olmuş azgın bir nefissin…

Ve azgınlıkta haddi geçmeyi tercih etmiş her nefis gibi, helakını beklemektesin…


Sana da tanıdık gelmedi mi?




Okumaya Devam Et

24 Kasım 2023 Cuma

AÇKEN, SEN SENSİN!

Açken sen sensin!

“Karnım acıktı anne, hadi yemek yiyelim artık.” 

Safiye oğlunun acıktım nidasıyla gözünü zar zor açabildi. Ne olurdu sanki bi düğme olsa da bassam şu çocuk doyuverse diye düşündü. Teknoloji onun isteklerine nazaran yavaş ilerliyordu…

 

Kafasını kaldırdı ve komidinin üzerinden telefonuna uzandı. Saat 12.07 olmuştu. Çocuk haklı diye geçirdi aklından. “Kalksam iyi olacak.”

 

Elini yüzünü yıkadı ve sonra mutfağa geçti. Mutfağa geçerken salonun savaş alanı gibi oluşu dikkatini çekti. “Şu evi bir toparlamam şart oldu ama…”

 

Çaydanlığa su koydu, patatesleri soymaya başladı. Zihninden düşünceler geçiyordu… 

Yemek yapıyordu ama hiçbir şey canı istemiyordu. Ne yemek ne içmek ne gezmek ne bir şey alıp da giymek, ne de çocuğa, eşine bakmak…

 

Hiçbir şey istemiyordu hayattan… Sebebini anlamlandıramadığı bir durum içerisindeydi. Oysaki dışarıdan bakan birisi için hayatı çok güzel görünebilirdi. Eşi sabah sekiz, akşam beş çalışır, kahvaltı aramaz, akşam yemek yapmasa gider yumurtasını kırar yer. Mülayim bir adam… Çocuğu akranlarına göre uyumlu, kendi halinde… Aç değil açıkta değil. “Allah’tan daha fazla ne isterim” demesi gerekirken neden bu halde olduğunu anlamıyordu. 

 

Bütün gün sadece yapması gerekenleri yapıp geri kalan zamanda ise ya yatıyor, ya sosyal medyada geziniyor, ya da dışarıya çıktıysa komşularla lak lak yapıyordu.

 

Arkadaşlarıyla bir araya geldiğinde onlar uğraşlarından bahsederken; Çocuk yetiştirirken neler yaptıklarından, yüksek lisans yapanlar derslerinden, kendini farklı konularda geliştirenler o konulardan bahsederken, Safiye’nin söyleyecek bir şeyi olmuyordu. Sadece hakim olmadığı konular hakkında eleştiri boyutunda kalıyordu. Eve daha da bitkin dönüyordu. Akşam yemeği yedikten sonra günlük dizisini izleyip uyuyordu. Tabi öncesinde çocuğu uyutmak gibi bir yükü vardı. Çünkü çocuğu beş yaşında olmasına rağmen ayakta sallanarak uyuyabiliyordu. “Bıktım artık seni böyle uyutmaktan” deyip aksi için hiçbir çaba sarf etmeden hayatlarına devam ediyorlardı. Küçük kızını ise hiç aklına getirmek istemiyordu. Zamanı gelmesine rağmen tuvalet alışkanlığı kazanamamış, hala bezleniyordu. 

 

Şöyle bir düşündü Safiye…

 

“Daha önce böyle değildi hayatım, çok boş yaşıyorum sanki, keyif alamaz hale geldim.” diye aklından geçirdi. Okulu kazanmak, bitirmek, sonrasında evlenmek, çocuğunun olması… Yetmez miydi insana hayatta?

Bu kadar olması yeterli miydi? 

Peki, yeterliyse şimdi niye kendini mutlu ve tatmin hissetmiyordu?

Hayatta tok olmak isteriz. Hatta çocuk doymamıştır diye istemediği halde yedirmeye çalışırız bazen.

Ya bu hayatta açlık şifaysa?

Ya Safiye çok doyduysa hayatta? Ve çok doymak insanın gelişimini, merakını, hareketini öldürüyorsa?

 

Açken kendimizi düşünelim…

Büyük bir enerjiyle yemek hazırlama gayretine gireriz değil mi? Açken ne kadar bitkin olursak olalım tokken yaşadığımız bitkinlik gibi olmaz. Tokken kolumuzu kaldırmak bize zor gelir. Eskiler derler ya “doydun mu ya kırk adım yürü ya da sırt üstü yat.” 

Yani ya yeni bir açlık belirle git yürü, kendine gel ya da yat! yani çaresizce… 

 

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki, açlık insanı canlı yapar. Kazanmak istediği şeye henüz ulaşamamanın verdiği motivasyon insanı çözüm üretmeye sevk eder. Ne zaman insan hayatta fazla doyarsa canlılığını da kaybetmeye başlar; Durağanlaşır. O yüzden her zaman bir miktar açlık bırakmak insanın üretkenliğini diri tuttuğu için iyidir. 

 

O zaman hadi açlıklarımızı bulmaya…

Yeni hedeflerle yol almaya:)





Her insan bu hayatta mutlu ve başarılı olmak ister. 

"Deneyimsel Tasarım Öğretisi" insanın amacını amaç edinen bir gerçeklik ilmidir. 

Doğru karar alabilmek, doğru seçimler yapabilmek için insanı açık bir bilince yönlendirir. Problemlerin gerçek çözümlerine yönelik stratejiler verir.

"Kim Kimdir?" ile başlayan, "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" ile devam eden programları insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.





Okumaya Devam Et

9 Kasım 2023 Perşembe

HANGİSİYDİ MUTLULUK?

Hangisiydi mutluluk?




“Evet hoşgeldiniz gençler!

Bu sabahki çalışma atölyesinin adı 

“Mutluluk nedir?” dedi, Alper hoca ve beş ayrı öyküden bahsetti;

 

-Biri Aysel, yirmi üç yaşında, kasiyer, haftada yirmi saat çalışıyor. 

Boşanmış, üç yaşında oğluyla yaşıyor. Hemşirelik sınavlarına hazırlanıyor. 

Tatillerini ya ailesiyle veya kamp yaparak geçiriyor. 

 

-Bir diğeri Mehmet, yirmi dokuz yaşında, bekar. 

Beş yıl boyunca elektronik alet satan büyük marka bir  firmada çalışmış. 

Basketbol klübünde yirmi iki yıldır aktif oynuyor ve çocukları eğitiyor. Hayatını tek kaplayan şey basketbol. 

Tatil yapmaya ne zamanı ne de durumu var. 

 

-Bir başkası Emre, otuz beş yaşında. Merve’yle evli. Dokuz, beş ve iki yaşlarında üç çocukları var. Uzun yol şoförü. Üçüncü çocuğun doğumunda işten babalık izni aldı. İki yakayı zor bir araya getiriyorlar. 

Balık tutmayı çok sever. Tatillerini dere, göl gibi, balık tutabilecekleri yerlerde yaparlar.

 

-Bir de Ufuk var; kırk dört yaşında. Tek başına yaşıyor. Evine altmış kilometre uzaklıkta olan, bilgisayar programı 

üreten küçük bir firmada genel müdür. Bilgisayar programcılığı yapan bir ekibi yönetiyor. 

Aylık, asgari ücretin yedi katı para kazanıyor. Neredeyse haftada altmış saat çalışıyor. Zaman zaman eve geç 

döndüğü oluyor. Üç çocuğu var ve eşiyle boşanma evresinde. Mutlaka her yıl üç hafta yurt dışına tatile gidiyor. 

Bir haftası ailesiyle, bir haftası da kayakta geçiyor.

 

-Selçuk’un ise anne babasından kalan büyük bir mirası var. Kendini pul koleksiyonculuğuna adamış. 

 

-Şimdi, söyleyin bakalım; Sebepleriyle birlikte, bu beş öykü içersinde en mutlu olduğunu düşündüğünüz kişi kim? 

 

Filiz el kaldırdı ve söz aldı;

-Tabiki Mehmet, hocam dedi. 

-Tatil yapmaya fırsatı yok ama en azından hayatta ona zevk verecek bir hobisi var ve bu mesleğine dönüşmüş. 

Muhtemelen her gün mutlu kalkıyordur.

 

Filiz konuşmasını bitirince Alper hoca sordu;

-Peki, her zevk sonsuza kadar sürer mi? 

 

Sınıfta bir uğultu oldu. Ali söz almak istedi;

-Süremez hocam, illaki bir gün onu üzecek bir şey olur. 

 

-Hocam bence en mutlusu Ufuk, dedi Serdar. 

-Paraya para demiyor ve istediği gibi tatil  yapıyor. 

 

Tuna cevap vermek için izin istedi;

-En mutlusu Emre bence hocam. İki yakayı zor bir araya getiriyor ama en azından birlikte güzel vakit 

geçirebileceği bir ailesi var 

 

Anıl ise hiçbir çaba sarfetmeden zengin olduğu için Selçuk'un mutlu olduğunu düşünüyordu. 

 

-Peki, dedi Alper hoca, 

Bütün bu mutluluk sebebi diye düşündüğünüz şeyler bir gün ellerinden alınırsa ne olur? 

 

-Mutsuz olurlar hocam

 

-Bu durumda, mutlulukları somutta olan şeylere bağlı diyebilir miyiz? 

Yani ellerindeki somut şeylerden zevk alıyorlar ama heveslerini aldıklarında ve daha fazlasına ulaşamadıklarında mutsuzlar değil mi?

Peki, insan sürekli mutlu olabilir mi? 

Nedir bizi sürekli mutlu edecek olan şey? 

 

Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; İnsan gerçeğe sahip oldukça mutlu olur. 

Gerçek soyuttur ve soyut olan şeyler somut olanlardan üstündür.

Bugün işimi kaybedebilirim ama iş kurmanın gerçek stratejilerini biliyorsam yeniden ayağa kalkabilirim. 

 

Mutlulukta anlık acılar vardır ama hazlar süreklidir. Acıya rağmen beni ayakta tutan sürekli bir mutluluk vardır. 

Ya da anlık zevkler karşılığında sürekli acıları satın almış olurum. Dışarıdan bakınca anda bol eğlendiricili, zevkli ve parlak gözüken bir hayat varmış gibi... Ancak içiresine girince süreklilikte huzursuzluk, boşluk ve anlamsızlık hissi...

Oysa mutlu olan insanları dışarıdan gördüğünüzde yaşantıları sade, sakin, anda bedelli toplamda huzurludur...


Her iki hayatın anına bakarsanız yanılırsınız. Anda, zevk mutluluğa üstün gelir. Ancak bu dünyada bir anlık yaşamıyorsak, bir ömürlük doyuma ihtiyacımız var demektir. 

"İşte bu yüzden uzun vadede 

hiç bir zevk mutlulukla yarışamaz çocuklar!"





Her insan bu hayatta mutlu ve başarılı olmak ister. 

"Deneyimsel Tasarım Öğretisi" insanın amacını amaç edinen bir gerçeklik ilmidir. 

Doğru karar alabilmek, doğru seçimler yapabilmek için insanı açık bir bilince yönlendirir. Problemlerin gerçek çözümlerine yönelik stratejiler verir.

"Kim Kimdir?" ile başlayan, "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" ile devam eden programları insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.










Okumaya Devam Et